Kaşıkla Verene Kepçe Ile Yağar. - Masal Köşesi

Kaşıkla Verene Kepçe Ile Yağar.


Az gittik, uz gittik. Dere tepe düz gittik, giydik yedik süslendiķ. Yediğimizi demedik, çoğunu ele verdik kaşık ile, kepçe ile gelene ise sevindik. oturduk yolun başında, kahve kaynar fincanda. Kaşı oynar  da başında. Harput'tan gelir aşı. Aşı içen çıldırdı, . Fincanı kapan kaçtı. Sözü alan masala başladı.
Bir varmış bir yokmuş. Çok eski zamanlarda bir dağda küçük bir köyde tatlı mı tatlı bir Dede yaşarmış tek başına.Kimsecikleri de pek gidip gelmezmiş bu Dedenin yanına. O da kendini işe yaramaz biri görürmüş. Kimseciklerinin olmayışını ise köylü ile haşır neşir olarak o boşluğu doldururmuş.

 Bir gün evinin önüne iskemlesini almış oturacakmış ki sanki bir ses duymuş. Etrafa bakmış bakmış görememiş. Küçük bir erkek çocuğu. Köylüden birinin kesin diye düşünmüş. Siz diyin beş ben diyeyim yedi sekiz yaşlarında. Neyse Dede içeri almış üstüne başına bakmış. Temiz pakmış. Konuşmuş. Sanki büyümüşte küçülmüş gibi. Öyle bilmiş öyle bilmiş konuşuyormuş ki sanki dünyayı yemiş yutmuş. Bizim Dede onunla sohbet ederken vaktin kaç olduğunun farkına varmamış. Gelen giden, soran olmamış bizim ufaklığı. Sedirin bir ucunda o bir ucunda Dede uyuya kalmıslar. Sabah olmuş. Gün ağarmış. Namaza kalkacakmış. Ufaklık yok. Oraya buraya bakarken dün yaşadığını hayel olarak düşünmüş. Kapının önüne gitmiş. Ufaklık Kapının önünde köpekle konuşuyor. Gördüğüne inanamamış.
''Kırk yıllık bizim Sadık ile ne konuşursun evlat? ''
''Sadık'ın derdi varmış. Bilir misin?''
''Evlat Sadık'ın ne derdi vardır ki? Yediği önünde, yemediği ardında'' demiş.
'' Amca şu dağın ardını görür müsün? Orda  bir Teyze varmış. Onları görmemiz gerekiyormuş.''
Sadık önde bizimkiler arkada yola koyulmuslar. Az gitmişler uz gitmişler dere tepe düz gitmişler bir  de dönüp arkalarına bakmışlar ki ne görsünler bir arpa boyu yol bile gitmemişler. Sonra yola devam etmişler. Varmışlar dağın başına gurban olam taşına. Taşı aldim çağamla, yola devam ettim ahbabimla derken İtlerin bile geçmediği, ,kervanın bile uğramadığı bir köy. Sadık onları evin önüne götürmüş. Kapıyı çalmışlar. Açan yaşlı bir Teyze. Oturmuş sohbet etmişler.'' yavrum biz üç kardeştik. Birimizin elinden yün eğirme gelirdi. Kirmanla eğirdiği yün ile öyle güzel çoraplar örerdi ki... Birimiz ipekböceği yetiştirirdi. Onun yaptığı ipekli elbiseler dünyalara bedeldir. Ben ise yavrum bu köyde pamuk yetiştiririm. Ama artık toplayacak ne o gücteyim, ne de elim ayağım o kadar güçlü. Fakir fukarayı güldureceksin ki Allah'da seni güldürsün.'' demiş boş ,çorak tarlayı göstermiş. 

Sabah olmuş bizimkiler başlamışlar işe. Tarlayı sürmüşler, ekmişler pamuğu .Sanki çok çabuk çıkmış bu defa. Toplanmış pamuklar. Kumaş haline getirilmiş. Kumaşlar diktikce çoğalmış. Çocuk kıyafeti yapılıp dağıtılmış. Memlekette garibanlara. Üstü başı yırtık çocuk kalmamış. Hele bayramlarda o kıyafetleri giyen çocuklardaki mutluluk kimsede yokmuş. kardeşlerinin elde ettiği ipekli kumaşlar ile dikilen elbise ve ceketler, yün çoraplar ile tüm anne ,baba ,büyükler çok mutlu olurmuş. Ufaklığın koştura koştura Sadık ve bizim yaşlı Dede'yi oraya getirme gayesi anlaşılmış. Dede'nin bu mutluluğa ortak olması ve gururu yaşaması ise başka bir tatmış.
Gökten üç elma düşmüş, biri anlatanların başına, biri dinleyenlerin başına biri de cömertlerin başına. 

Berat BİNGÖLLÜ
Okulöncesi Öğretmeni 
Elazığ Anaokulu
 

[email protected]

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
24Eyl

ÇUBUK ALİ

05Ağs

DENİZKESTANESİ.

26Tem

ACIDAN ÖĞÜT

19Nis

Lavanta Çiçeği ve Mutluluk

01Şub

Manolya Kokusu