“Sana bu Kur’an’ı vahyetmekle biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Gerçek şu ki, daha önce senin bundan hiç haberin yoktu.” (Yusuf Suresi/3. Ayet)
Yusuf.
Evveli Yusuf.
Ve kalem haddi olmadan yazdı, “Yusuf”. Ve dil haddi olmadan döndü, “Yusuf”. Ve birisi, haddini aşarak tarife kalktı güzeli…
Güzeldi Yusuf.
Kuyuya atılırken de güzeldi, zindanı nura boğarken de. Var’ı da güzeldi Yusuf’un, Yok’u da. Güzelden de güzeldi Yusuf. En Güzel’in katresiydi. Kendini bildi, varlığı bildi, Rabbini bildi.
Güneş, ay, yıldızlar… Kenan ilinin dolunayına secde etti. Güzel’e secdeydi bu. Ne güzel secdeydi! En güzele. Güzelden de güzele. Yusuf şahsında, güzeli yaratana secdeydi. Bildi. Bildik.
Bir kez daha Yusuf yazdı kalem. Gül kokusu sindi kâğıda. Kâğıda yeterdi bu onur. Kalem sustu. Dil sustu. Yürek açıldı Yusuf’a. Gönüllere yayıldı Yusuf’un saçlarının gecesi. Ne aydınlık geceydi o! Bir gecesine baktı gönül, bir güneşe. Gece daha güzeldi.
Leyl!
Güzel dedik, tıkandı kalem. Yine sustu. Yusuf dedik, kesildi kelam biz de sustuk. Rab dedik, yetişti rahmet, aşka düştük. Düşerken de bilemedik aşkı. Düşürdük...
Biz yalnız Yusuf’un gözleri sandık güzeli. Yanıldık! Biz sade Yusuf’un elleri dedik güzele. Yandık!
Veyl!
Züleyha say(n)dık kendimizi. Gel Yusuf. Bak bize Yusuf.
Yakub’luk sevdasına düştük. Haddimizi aştık.
Sade Yusuf’un teninde sandık aşkı. Aşkla bir yazılan belayı –Galu Belayı- unuttuk. Ve unutuşumuzun kefaretidir ödediğimiz. Bilmekteyiz.
Hangi geceye saklansak sabahı bize haramdır. Ve aldığımız her nefes, azap üzerine azaptır.
Gece!
Çöldeki kumların sayısınca selam olsun ki güzeller güzeline hala onu aramaktayız. Varlığını Arafat’a sakladıysa, anısıyla avunmaktayız.
Yusuf.
Ahiri Yusuf.
“Ey Rabbim! Sen bana dünya mülkünden nasip verdin ve bana rüyaların tabirinden bir ilim öğrettin. Ey gökleri ve yeri yoktan var eden Rabbim! Benim velim sensin, benim canımı Müslüman olarak al ve beni salih kulların arasında kat!”(Yusuf Suresi/101. Ayet)