EDİTÖR

Küçük Prens

EDİTÖR

Acaba bana bir koyun çizebilir misiniz? Çok yaşlı bir koyun olmasın. Çok hasta bir koyun da olmasın. Ben genç ve sağlıklı bir koyun istiyorum. Acaba bir koyun çizmeniz mümkün mü? 

Sanırım aklımı kaçırdığımı düşünüyor olmalısınız. Karar vermek için acele etmeyin! Delirmediğimi anlayacaksınız.

Fil yutmuş bir boa yılanının nasıl çizilmesi gerektiğini biliyor musunuz? Şayet biliyorsanız, yazıyı okumayı burada kesebilirsiniz. Sizin, ihtiyacınız olmayacak. Ama eğer bilmediğinizi söylüyorsanız benimle gelin.

Sizi evrendeki belki de en saf ve en naif kitapla tanıştırmak istiyorum. Küçük Prens. Antoine De Saint-Exupéry’nin bu enfes eserini bir kez okursanız bir daha asla eskisi gibi olamayacaksınız. 

Basit bir çocuk kitabı gibi görünebilir Küçük Prens. Ama aslında yaşam, sevgi ve dostluk hakkında derin anlamlar içeren bir kitap bu. Her satırının içinize işleyeceği bir kitap. Eğer bir zamanlar çocuk olduğunuzu hatırlıyorsanız, Dünyaya onun gözleriyle bakmaya çalışın. Küçük Prens tam olarak da bunun hikayesi.

Uçağıyla Sahra Çölü’ne düşen bir pilotun Küçük Prensle karşılaşmasıyla başlayan bu kitapta “büyükler”in hataları ve aptallıkları bir çocuğun gözünden, bir çocuğun saflığıyla anlatılıyor.

Dünyadan önce 6 gezegen daha ziyaret eden Küçük Prens her bir gezegende başka bir yetişkin aptallığıyla karşılaşır. Duru bir masumiyetle vurgular tüm hatalarımızı. 

İlk gezegende hiç kimsenin kralı yaşamaktadır. Bir kraldır ve kendini çok önemsemektedir. Fakat gezegeninde kendinden ve yaşlı bir fareden başka kimse yoktur. Adaletin yaşayacağı bir ortam olmasa da adalet bakanı ilan eder prensimizi. Ve laf arasında söyleyiverir  “Öyleyse kendi kendini yargılarsın. En zoru da budur. Kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan çok daha zordur. Kendini gerektiği gibi yargılayabilirsen gerçek bir bilgesin demektir.”

İkinci gezegende övgüden başka her şeye sağır olan bir adamla karşılaşır. Kibrin ne olduğunu anlayamayacak kadar saftır ruhu. Ona hayran olduğunu söylemesi için yalvaran adama bakarak omzunu silker “Sana hayranım… Ama bu seni neden  ilgilendirsin ki?” bu iki cümlede hepimizin alması gereken dersler yok mu?

Üçüncü gezegende bir ayyaşla karşılaşır. Kısa süren ziyaretinde derin bir melankoli hakim olur ruhuna. Bu ayyaş içtiği için utanmakta, utandığı için de içmektedir. Bizim hayata karşı tutarsız ve zayıf tavrımızı ne de güzel vurgulamış!

Dördüncü gezegen bir iş adamının gezegenidir. Nedendir bilinmez, kendini yıldızları saymaya vermiştir. Yıldızlar onundur artık. Her birinin sayısını bilir ama hiç bakmamıştır yıldızlara. Hayatında hiç çiçek koklamamıştır. Çıkıp şöyle bir dolaşmamıştır. Sadece sürekli olarak “çok ciddi bir insan” olduğunu tekrarlar “önemli işlerle uğraştığını” ve “vaktinin olmadığını” söyleyip durur. Bilmem tanıdık geldi mi? Fakat bir insan olamamıştır o. Sadece bir mantardır!

Beşinci gezegen diğer dört gezegende yaşayanlar tarafından kesinlikle küçümsenecek olan bir lamba yakıcısının evidir. Günde bin dört yüz kırk gün batımının olduğu bu gezende lamba yakıcısı uyumaya hasrettir. Fakat kendinden başka bir şeyle ilgilenen tek kişi de odur.

Altıncı gezegende kocaman kitaplar yazan bir coğrafyacı yaşar. Fakat dağların, denizlerin ve göllerin yerini asla bilmez. Bir kaşifi yoktur. Cahil bir bilgedir. Tıpkı her birimiz gibi… 

Dünya. Bizim garip, büyük ve karmaşık evimiz. Ah buradaki maceralarını size nasıl anlatsam? Küçük Prens burada birini evcilleştirmenin ne olduğunu öğrenir bir tilkiden. Evcilleşmek bağ kurmak demektir. Ve eğer birini evcilleştirirseniz ondan sorumlu olursunuz. Artık birbirinize aitsinizdir ve birbirinize ihtiyaç duyarsınız. 

“Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin,” dedi tilki. “İnsanların hiçbir şeyi anlayacak vakti yok. Her şeyi dükkanlardan hazır alıyorlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de hiç arkadaşları yok!” Öyle mi yapıyoruz sahiden de? Zaman kazanmak peşinde yaşayabileceğimiz tüm o mutlulukları ve minik hazları elimizin tersiyle itiyor muyuz yoksa? Büyümek böyle bir şey sanırım. Aslında bir çeşit hastalık. Fakat hastalandığımız için mutlu da oluyoruz. Ne yazık! Keşke gerçekten “evcilleştirilmiş” olsak. Kalabalıklar içindeki o müzmin yalnızlığımız diner belki. Sahi, bu yüzden bu kadar yalnızız belki de? Bizim gülmeyi bilen yıldızlarımız olmadı hiç.

Sizce koyun çiçeği yemiş midir? Eğer ne sorduğumu anlamak istiyorsanız Küçük Prens’i okumanız gerekecek. Size tabi ki her şeyi anlatmayacağım. Yoksa keşfetmenin ne güzelliği kalır ki? 

…Gökyüzüne bakın, kendi kendinize sorun “Acaba koyun çiçeği yedi mi, yemedi mi?” Bakın her şey nasıl da değişiyor. Ve bunun neden bu kadar önemli olduğunu “büyükler

 

 

Yazarın Diğer Yazıları