Kaçıncı kanlı gözyaşları ile kaçıncı defa sabahlayarak andım ismini ANNE.
Yirmili yaşlarında bir başına, hüznü sadece içinde değil bedeninde de soluklayıp, Anadolu kadar büyük yüreğini yad ederek “ANNE” dedim.
Fırtınaların koptuğu demlerde; üşümeden, yılmadan ve yıkılmadan durabilmeyi, dil ile değil hal ile ciğerlerime kadar öğretip de gittin ANNE…
Derdin ki;
Kucağında büyütürsün, kucağına kor bırakırlar, sırtında taşırsın sırtından vururlar…
Şimdi ANNE, ilkbahar soğuğunda, üşüyorum. Üşütüyorlar be ANNEM…
Yol verdiklerimizin yola ihanetleri…
El verdiklerimizin bize ettikleri…
ANNE, hani her gece yarısı; deli taylar gibi koşan yüreğime, karanlıkları titreten sesinle derdin ya;
‘İnsanı kurşun yarası değil bir acı söz öldürürmüş,’ diye…
İşte tam da öyle oldu:
ANNEM;
Şimdi olsaydın da sorabilseydim:
"Nasıl başardın bu çirkef dünyanın zilletiyle mücadele etmeyi?" diye...
Sonra, hani;
"Yetim büyütmenin, helal rızık ile bir kuru ekmek kazanmanın ve dahi bütün yokluklar içinde evlat yetiştirmenin asaletini" anlatsaydın...
Terörün kol gezdiği Doğubayazıtlı yıllarda, küçücük bir evde "bütün ülkücülerin ANASI" olduğun o yıllardan bahsetseydin...
Şimdi öyle özlüyorum ki ANNE…
"Vur Bozkurt’um vur tilkiye
Vur kurtulsun Türkiye
Seni büyük ülküye
Götürecek iz menem,"
Deyişini...
Her konferans öncesi;
"Ocağınız şen olsun
Dilinden dökülen
Allah kelamı olsun
Hızır yoldaşın olsun,"
Dualarıyla yolcu edişini...
On sekiz yıl boyunca bir kulun yaşayacağı her acıyı yaşayıp da…
"Benim çektiğimde ne var ki Eyüp peygamberin çektiklerinin yanında, Tırnağı sökülen Türkeş'in çektiklerinin, mapus damında ülkücülerin çektikleri yanında." deyişini…
Şimdi dayanma gücüm yara aldı ANNE…
Sen yoksun ya bir yanım değil her yönüm eksik.
Kimse senin gibi sarmıyor ki ANNE…
Söylemiyorlar;
İhanetlere nasıl karşı durulur?...
Yalancılara bir bakış ile nasıl cevap verilir?..
Dostluğu kirletenlere...
Ne oldum delisi olanlara...
Ülküdaşlık hukukunu unutanlara...
Satanlara...
Satılanlara...
En çok da vefasızlara...
Ne demeli ANNEM?
Velhasıl...
"Dünlerim yok anne.
Ninem yok, Mustafa yok, Ömer yok, Reis yok, Ercüment yok..
Ramazan Turhan öldü.
Remzi Kütükçü öbür tarafta.
Hasan Hüseyin Sanlı’nın nişanlısı, şimdi başkasının yavuklusu.
Mustafa Pehlivanoğlu’nun mektubunu okuduğu nişanlısı yitik..
Nerede olduğunu bilmemekteyim.
Dursun Önkuzu’yu unuttu ülküdaşları.
Mamak Mahpushanesinde dayaktan ölen Bekir Bağ on yedisindeydi anne...
On yedi yaşında, coplanarak öldürüldü.
Duydun mu?
Gece yarısı yatağından kaldırılıp Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevine götürülen Fikri’yi, A. Bülent’i ben unutmasam da, hep birlikte unutuverdik anne...
Unutmak iyidir, diyen psikiyatrın sözü doğru mu ?
Anne ne olur, elini alnımdan çekme. Yüreğini yüreğime yasla, bırakma beni kahramanların yalnızlığında..."
ANNE…
Gücüm yetmedi, vazgeçtim.
“DAĞLAR ERİTEN SEVGİMLE BEN, YAPAYALNIZ KALDIK ORDA… ORTADA… KARANLIKTA…”