“fena fi’d-devle ve’l mille”
(devlet ve millet kavramında erimiş yok olmuş)[1]
Türk Dil Kurumu, Devleti “toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık”[2] şeklinde tanımlıyor.
Andrew Heywood “Devlet kurumunun oluşmasına yol açan etkenlerin başında tarım devrimi gelir. Özellikle Asya'daki tarım topluluklarının topluluk üzerinde bir devlet olgusunu ilk olarak oluşturduğu söylenebilir.”[3] demektedir.
Devlet anlayışı, Rousseau, Hobbes ve Locke tarafından toplumsal sözleşmenin sonucu şeklinde bir felsefeyle açıklanmıştır.[4]
Devleti oluşturan temel unsurlar genel olarak; insan, egemenlik ve ülke unsurları ile izah edilmiştir.
Eğer devleti oluşturan unsurlar bunlar ise hukuki olarak şöyle bir tanım mümkün olacaktır.
“Sınırları belli bir coğrafya üzerinde şekillenmiş, yönetim tarzı belli olan bir organizasyon.”
Türklerde de göçebe hayatın son bulduğu ve tarım toplumuna geçiş süreci incelendiğinde devletleşme, kurumsallaşmayı da beraberinde getirmiştir. Uygur Türk Devleti incelendiğinde bu durum somut bir şekilde ortaya çıkar.
Buna rağmen Türklerde devlet geleneği, yazılı olmayan kurallar, yani "töre" bağlamında tarih sahnesine çıktığı andan itibaren varlığını ortaya koymuştur.
Yabancı kaynaklar da konargöçer bir hayat süren Türklerin, Altay dağları çevresinde yaşam süren Göktürklerin, 552 yılında Bumin Kaan önderliğinde bir konfederasyon[5] kurduğunu yazar.
Yine, Türk devlet geleneği ile ilgili temel yaklaşıma Kutadgu Bilig’de de karşılaşırız. Orada Hâkimiyetin, "Bey'e" Tanrı tarafından verildiği kaydedilir.[6]
Bu durum, Türk devlet felsefesinin sürekliliğini göstermesi açısından ve Devletin devamlılığı bakımından önemlidir.
Devlet sürekliliği açısından bakıldığında Türklerin aynı Tanrı’ya inanıyor olmaları ve Tanrı’nın, hâkimiyetin güvencesi görülmesi, siyasî otoritenin devlet anlayışını, konumunu oldukça güçlendirmektedir.
Hâkimiyetin Tanrı’dan alınmış olduğuna dair inanç, Kutadgu Bilig’de gayet net bir şekilde ortaya konmaktadır.
“Tanrı fazlı ile sana ne kadar iyilik etmiştir… Kalabalık halk üzerine seni hâkim kıldı; dilek ve arzularını verdi ve fermanlarını yürüttü… Tanrı kullarını sana muhtaç etti”[7]
İşte bu inanç devletin kıyamete kadar devam edeceği düşüncesini inşa etti.
Oğuz Kaan’a atfedilen “Gök çadırımız, güneş bayrağımız olacaktır.” sözü devletin cihana hakim olacağı ve bu devletin sonsuza dek süreceği inancının işaretidir.
“Tanrı tarafından hükümdara verilen görevin amacı yeryüzünde adâleti hâkim kılmaktır. Bununla ilişki içerisinde, devlet; ‘dünya devleti’ olarak düşünülmüştür. Bunun en önemli sonucu, siyasî otoriteye itaat edenlerin tümünün bu devletin ‘vatandaşı’ sayılması olmuştur. Böylece ayırımcılık engellenmiş ve bu durum Türk devletlerinin büyüme nedenlerinden biri olmuştur.”[8]
Devleti Ebed Müddet yaklaşımını yakın tarihimizde en iyi izah eden isimlerin başında hiç şüphesiz ki Dündar Taşer gelir. Ziya Nur Aksun’un, Dündar Taşer’in görüşlerinden oluşturduğu Dündar Taşer’in Büyük Türkiye’si adlı çalışmasında onun devlete bakışını anlattığı şu bölüm Taşer’in Devlet-i Ebed Müddet idealine verdiği önemi göstermesi bakımından gayet dikkat çekicidir.
“Nitekim o, hareketlerinde, çok yüksek olan büyük devlet ve millet düşünce ve kavrayışına dayanırdı. Bu düşünce ve kavrayış ise içi boş kavramlara yaslanarak çalışmaz; tarihten çıkan, sağlam ve değişmez verilere dayanırdı. Bu yüzden konuşmalarında, daima tarihe gider-gelir; günümüzdeki olayları geçmişteki kökenlerine yaslayarak, geleceğe ait hükümler çıkarırdı. Onun çıkardığı bu hükümleri de yeni olaylar pekiştirirdi. Bu sebeple, uzak görüşlü ve olayları derinlemesine değerlendiren bir adam olarak görünürdü. Ona bu çok yüksek kavrayışı, büyük devlet ve millet bilinci ile “fena fi’d-devle ve’l mille” olmuş (devlet ve millet kavramında erimiş yok olmuş) bir büyük “devlet adamı” demek doğrudur. Evet, devlet ve millet kavramlarında erimiş; bunlardaki büyük ölçü ve sırlara ermiş bir adam: Bir devlet ve millet velisi (ermişi).” [9]
Ziya Nur Aksun’un, Dündar Taşer ile ilgili kullandığı “Fena fi’d-devle ve’l mille” ifadesi aslında Devlet-i Ebed Müddet ülküsünü anlatan en somut kavram desek hiç de yanlış olmaz. Tasavvufi bir kavramı devlet ve millete bakışa giydiren terim, devlet ve millet için sergilenecek tutumu en ince detayına kadar anlatmaya yetiyor. Devlet ve millet içinde kaybolmak, onlar için varlığını feda etmek. Elbette, böylesine karşılıksız bir anlayışın tarihten getirdiği devlet ve millet şuuruna sahip olmak büyük bir tarih ve millet bilincini taşımakla açıklanabilir.
Devlete böyle bir anlam yükleyen anlayış doğal olarak, onu ebede kadar yaşatmayı da ülkü edinir.
İşte bütün bu yaklaşımlar ışığında, devletin varlığı, ilahi bir misyon olarak değerlendirilir. Bu misyon Allah’ın ordusu anlayışını benimseyen bir milletteki devlet telakkisini ortaya koyar. Hali ile böylesine vazifesi olan bir milletin Devlet-i Ebed Müddet ülküsüne sahip olması gayet doğaldır.
Türkler kendilerini Dünya’yı yönetmek ve bunu da Tanrı adına yapmakla görevli olduklarına inandıkları için Devlet-i Ebed Müddet denilen bir anlayışla adaletli bir devlet anlayışına sahiptir.
Devlet-i Ebedi Müddet, Türk devletinin “bilgelik, alplik ve erdemlilik” esasında devam eden devletin kıyamete kadar sürmesi anlamını taşır.
--------------------------------------
[1]Ziya Nur Aksun, Dündar Taşer’in Büyük Türkiye’si, syf,16 Ötüken Yayınları,1974, İstanbul
[2] Türk Dil Kurumu sözlüğü, s,14, Ankara, 2005
[3] Andrew Heywood, Siyaset, Say. 126, 127, Adres Yayınları, Ankara
[4] Franz Oppenheimer, Devlet, s, 29 Phoenix Yay, 2005
[5] Rene Grousset, Stepler İmparatorluğu, s. 97, TTK Yayınları, 2011
[6] Arat, Reşit Rahmeti, Kutadgu Bilig I: Metin, 3.bsk., Ankara, TDK, 1991.
[7] Arsal, Sadri Maksudi, Türk Tarihi ve Hukuk, İ.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1947.
[8] Yılmaz Gökhan, Kutadgubilig Felsefe-Bilim Araştırmaları Dergisi, Sayı:9, Mart 2006, s. 75-79
[9] Ziya Nur Aksun, Dündar Taşer’in Büyük Türkiye’si, syf,16 Ötüken Yayınları,1974, İstanbul