Sevgili Arif ÇAKMAK’ın, Kanal 23 TV’nin Genel Yayın Yönetmenliği görevine atanması, şehirde umulandan öte memnuniyetle karşılanmış olmalı ki, Kanal 23 yediden yetmişe herkesin ziyaretçi akınına uğradı, uğramaya da devam ediyor… Gönülden sevilmek bu olsa gerek…
Tebrik etmek için uzun bir süre ortamın yatışmasını bekledim ama nafile… Baktım olacağı yok, gecenin geç saatinde telefonla arayıp hayırlı ettim. Kitap sevgisini ve kütüphanesinin zenginliğini bildiğim için, kendisine kitap hediye edeceğimi ancak önerisi varsa onu almak istediğimi söyledim. Cevabı, Japon yazar Haruki Murakami’nin “Kumandanı Öldürmek” adlı eseri oldu… Torunumla beraber havasını çok sık teneffüs ettiğim, Bağdat Caddesi’ndeki kitapevinin raflarında adı geçen eseri görünce sözümü tutabilmenin sevinciyle hemen fotoğrafını çekip Sevgili Arif’e gönderdim… Kadraja bir kitap daha takılmış… Adı, “Felsefenin Tesellisi”
Birkaç dakika geçmemişti ki telefonum çaldı. Arayan Arif’ti. “Çok beğeneceğin bir kitaptır, eğer okumamışsan mutlaka alıp okumalısın.” dedi. Farkındalık da bu olsa gerek…
Alain Botton’un “Statü Endişesi” adlı eserini okumuştum ama bunu okumamıştım. Hemen alıp okumaya koyuldum.
Ana başlıklar oldukça etkileyici…
Toplum Tarafından Kabul Görmemenin Tesellisi (Sokrates), Yeterince Paraya Sahip Olamamanın Tesellisi (Epikuros), Düş kırıklığı Yaşamanın Tesellisi (Seneca), Kendisini Yetersiz Hissetmenin Tesellisi (Montaigne), Kırık Bir Kalbin Tesellisi (Schopenhauer), Zorlukla Yaşamanın Tesellisi (Nietzsche)
Size ilk bölümden bir kesit sunup yazıyı nihayete erdirmek istiyorum. Gerisi meraklısına kalmış…
Yazar, kendisini New York’tan Londra’ya götürecek olan uçağın kalkmasını beklediği sırada, havalimanındaki Metropolitan Müzesi’nin üst katındaki resim galerisini geziyor. Gözüne bir tablo çarpıyor. Alttaki levhada, tablonun 1786 sonbaharında Paris’te, otuz sekiz yaşındaki Jacques-Louis David tarafından yapıldığı yazıyor.
Tabloda, Atina halkının ölüme mahkûm ettiği Sokrates bir tas baldıran içmeye hazırlanıyor; üzüntü içindeki arkadaşları çevresini sarmış.
İ.Ö. 339 yılının ilkbaharında üç Atina yurttaşı filozofla ilgili şikâyette bulunmuş, onun yargılanmasını istemişler… Filozofu, şehrin tanrılarına ibadet etmemekle, dine yenilikler getirmekle ve Atinalı genç erkeklerin ahlakını bozmakla suçlamışlar, bunlar öylesine ağır suçlardı ki filozofa ölüm cezası verilmesini talep ediyorlardı.
Sokrates olanları bilgece bir sükûnetle karşıladı. Felsefesini mahkeme önünde reddetmesi için kendisine bir fırsat verilmiş olmasına karşın, toplum tarafından kabul görmesine yardım edecek olanı değil inandığı şeyi yaptı ve Platon’un bize aktardığına göre jüri üyelerine şu cüretkâr sözleri söyledi:
Soluk aldığım ve aklım başımda olduğu sürece felsefeyle uğraşmaktan, size öğütler vermekten ve tanıdığım herkese doğruyu anlatmaktan asla vazgeçmeyeceğim… Evet baylar… Beni beraat ettirseniz de ettirmeseniz de, yüz kere ölmem gerekse bile bilin ki davranışlarımı değiştirmeyeceğim. Ve böylece filozof hayatının son günlerini geçirmek üzere Atina hapishanesine yollandı; ölümüyse felsefe tarihine çok önemli bir an olarak geçti.
Yazar, Müzedeki hediyelik eşya dükkânından beş tane David kartpostalı alıyor ve uçak yolculuğu esnasında kartpostallardan birini incelemeye koyuluyor…
“Kartpostalın üzerindeki resimde Platon yatağın ayakucunda oturmuş, devletin adaletsizliğine sessizce tanklık ediyor, hemen yanında bir kalem ile parşömen tomarı görülüyor. Sokrates öldüğü zaman Platon 29 yaşındaydı ama David onu kır saçlı, ciddi görünümlü, yaşlı bir adam olarak resmetmiş. Sokrates’in karısı Ksanthippe gardiyanlar eşliğinde hapishane hücresinden dışarı çıkarılıyor. Sokrates’in yedi arkadaşı farklı biçimlerde matem tutarken resmedilmiş… Filozof, bir atletinkini andıran kol kasları ve gövdesiyle dimdik oturmuş. Yüzünde ne korku ne de bir pişmanlık var. Atinalıların onu budala ilan etmesi, inançlarını sarsmamış… Resimde bilge bir insanın son dakikalarında bile bir şeyler öğretmeye çalıştığına tanıklık ediyoruz…”
Bu analiz sonrası yazar bir özeleştiride bulunuyor… Bölümün kırılma noktası da burası… Şöyle diyor;
“Belki de kartpostaldaki resmin beni bu kadar çok etkilemesinin nedeni, burada resmedilen davranış ile benimki arasında tam bir zıtlık olmasıydı. Sohbetlerde tercihim doğruyu söylemektense, başkalarının benden hoşlanmasını sağlamak oluyordu. Karşımdakini memnun etme arzum yüzünden çocuğunun okul müsameresini seyreden bir veli gibi sıradan esprilere gülüyordum. Tanımadığım insanlara karşı, otelin zengin müşterilerine selam verirken onlara yaranmaya çalışan bir kapıcının yılışık tavrını takınıyor, istisnasız herkes tarafından sevilmeyi istemek gibi hastalıklı bir arzudan kaynaklanan o salyalı coşkuyu yaşıyordum. Bir topluluk içindeyken, çoğunluk tarafından kabul gören fikirleri sorgulamaya kalkmıyordum. Alanlarında otorite olmuş kişilerin onlarla karşılaştıktan sonra da acaba beni beğenirler mi diye endişelenip duruyordum. Benimle ilgili iyi şeyler düşünmelerini istiyordum gizliden gizliye…
Oysa filozof, toplum tarafından kabul görmediği ve devlet onu suçlu bulduğu halde dize gelmemişti. Başkaları onunla ilgili şikâyette bulunduğu için düşüncelerini değiştirmemişti. Üstelik kendine olan güveni, kibrinden, saldırgan mizacından ileri gelmiyor felsefi temellere dayanıyordu. Onaylanmadığı zaman kendine olan güveninin histerik bir biçimde değil akılcı temellere oturtarak yansıtmasını sağlayacak düşüncelerle donatmıştı felsefe Sokrates’i…”
Binyıllar geçse de Sokrates, gerek yaşamı, gerekse fikirleriyle ilgi uyandırmaya, hakkında yazılan eserler ise akın akın okunmaya devam ediyor… Gönülden sevilmek bu olsa gerek…