Ne güzeldi
“öncesiydi,
başlarıydı-ortalarıydı-sonlarıydı”
diye başlayan-biten cümlelerle
yakın tarih(ler)imize notlar düşmek...
Sana göre plan-program yapmak
Sen geliyorsun diye
tatlı bir heyecan duymak
alış-veriş yapmak
evi-barkı temizlemek
tatlı mı tatlı bir telaşa kapılmak
Ne iyi ettin de geldin
Yine gel emi
Gel de
günlerimizi-gecelerimizi
sıradanlıktan, bayağılıktan, durağanlıktan çıkar
Yıpranan, tozlanan, pörsüyen, irtifa kaybeden,
canlılığını yitiren, solan, can çekişen
gönül dünyamızı
bahar meltemlerinle
maneviyat yüklü nefesinden üfleyerek
tekrar tekrar canlandır
“ba’sü ba’de’l-mevt”ler yaşat
her seferinde bizlere
Alışkanlıklarımızın kuşatmasını
kırmamıza/yarmamıza yardım et
“Gem”i azıya almış nefsimiz karşısında
günden güne güç ve nüfuz kaybederek
zayıflayan/cılızlaşan ruhumuzun,
tekrar güç-kuvvet kazanıp
nefsimize galebe çalmasına, hâkim olmasına,
ona söz geçirmesine, onu dizginlemesine/gemlemesine,
“beden” ülkesinde
dizginleri yeniden ele geçirmesine
yardımcı ol.
Sen bize her yıl gelen “Tanrı Misafiri”ydin
Hak’tan bize armağandın,
armağanlar getirdin
Şeytanları zincirlettin
Cehennemi kilitlettin
Cennetleri fethettirdin
Senin hakkını teslim edemedik
KADR ü kıymetini hakkıyla bilemedik
Sana saygıda kusur ettik diye
kusurumuza bakma,
gönül koyma
olmaz mı?
Yine ayrılık vakti gelip çattı desene...
Daha dün gibi sana “merhaba” derken
şimdi bize “elveda” diyorsun.
Tam da
iftarınla, sahurunla, terâvihinle, mukabelenle,
zekâtınla, fitrenle, tekne orucunla,
hurmanla, pidenle, güllacınla,
iftar topunla, davulcunla...
velhâsıl herşeyinle
sana alışmaya başlamıştık ki
adeta
“Ben alışkanlıkların zincirlerini
kırıp parçalamak için gönderildim,
bana bile alışmanız doğru değil!”
diyerek
veda ediyorsun bizlere.
Ama hoş ve tatlı hatıralar bırakarak gidiyorsun...
“Ne çabuk da geçiverdi mübârek”
cümlesi dökülüyor
seninle daha da mübârekleşmiş dudaklardan.
Ve yine almış durumda bizi bir “tatlı telaş(ı)”
Pek tatlısın be abiciğim
vesselam
Yine gel, hep gel, her daim gel
Gel ki bize
sıcacık ekmeğin/pidenin kokusunu
Buz gibi suyun lezzetini
Açlığı-susuzluğu
fakir-fukaranın hallerini
insan olarak aczimizi
bildir, hatırlat
Elimiz helâle bile uzanacakken
Ağzımıza bir şeyler atacakken
bir an olsun duraksamayı
ne yaptığımızı sorgulamayı
öğret, hatırlat
Gel ki
daha hassas/bilinçli/müttaki
müminler olabileceğimizi
göster bizlere:
Daha fazla Kur’an,
daha fazla namaz,
daha fazla infak,
daha fazla ibadet,
daha fazla kulluk,
daha fazla maneviyat,
velhasıl daha fazla TAKVA...
Geçen sene olduğu gibi
bu gelişinde de
biraz değişik karşıladık seni.
Daha önceki gelişlerinde
“itikâf”a girmeyi
ihmal edenlerimiz oluyordu
ama son iki Ramazan’da
büyük kalabalıklar halinde
seni evlerimizde itikâfta geçirip
önceki yıllara ait kusurlarımızı
affettirmek istedik
Umarım affetmişsindir bizi
N’olur affet bizi!
Bir Ramazan diğer bir Ramazanla
aralarındaki hatalara
keffâret olurmuş
N’olur affettir bizi!
Sen her zaman DÖN-GEL
sana kapılarımız da,
gönüllerimiz de
ardına kadar açık
Mübarek RECEP abiyi de al gel
Bereketli ŞABAN abiyi de...
Rahmetinle gel,
Mağfiretinle gel,
Gel de
Cehennem’den azad olmamıza
vesile ol!
Belki seneye geldiğinde bizi bulamazsın
ama
seni gönülden sevdiğimizi bil
Sen gidiyorsun diye
içimizin burkulduğunu bil
Seni özlediğimizi, özleyeceğimizi bil
Bil de yarın mahşer gününde
Hak divanında
bize şahitlik yap emi
“Yâ Rab bu günahkâr kul beni severdi”
diye
hakkımızda hüsn-ü şehâdette bulun
olmaz mı?
Haydi selametle Ramazan Abi
uğurlar ola
Gidişine sevindiğimiz için
bayram yaptığımızı düşünüp
sakın gönül koyma
İnan gelişine daha çok sevinmiştik
Şimdiki sevincimiz buruk mu buruk
“Şimdi bayram, sevinin!”
dedi diye Yaradan
Sevinmemiz bil ki hep ondan...
Elvedâ yâ şehr-i Ramazân
Elvedâ yâ şehr-i gufrân
Elvedâ Ramazan abiciğim elvedâ
Allah’a emanet ol
“Gitme kal!” diyeceğim ama
biliyorum emir büyük yerden
senin de günlerin SAYILI,
gitmen lâzım
Zaten hepimiz gidici değil miyiz
bu fenâ yurdundan bekâ yurduna
Tez zamanda git
Tez zamanda gel
EFENDİMİZ’e selam,
hürmet ve muhabbetlerimizi ilet
Bizde adettir, bilirsin
gidenin ardından sular dökülür
Varım yoğum budur
Bir kaç damla yaş
Onu döküversem
Azımı çoğa saysan
bilmem yeter mi?
Gitmek var gelmemek var
Gelmek var bul(a)mamak var
Seneye görüşmek nasip olmazsa
REYYÂN kapısında
bekle olmaz mı ...
(Dr. Abdussamet Bakkaloğlu)