2020 yılı Eylül ayı.Bütün sınıflardan çocuk sesleri yankılanıyor.Bahçe duvarlarının üzerinde bulunan kahverengi boyalı,biraz eskimiş görüntüsü veren korkuluk demirlerinin arasından veliler merakla çocuklarının bulunduğu okula bakıyorlar.Öğretmen,idareci,güvenlik,hizmetli herkeste okulun ilk günü olması hasebiyle tatlı bir heyecan var.
Beş yıllık bir idarecilik maceramdan sonra tekrar sınıf okutacak olmam benim üzerimde de ayrı bir sevinç ve heyecan oluşturmuştu. Okula yeni gelen her sınıf öğretmeni gibi bende birinci sınıfları almıştım.Ders zili çaldıktan ve öğretmen arkadaşlara yeni eğitim yılı için başarı dilekleri diledikten sonra sınıfıma geçtim.Sınıfta otuzun üzerinde öğrenci vardı.Bir kısmı okul formalı bir kısmı da normal sivil kıyafetleriyle okula gelmişti.Bu kadar çocuğu bir arada görünce ne kadar kalabalıklar dedim kendi kendime.Önceden daha kalabalık sınıflarımda olmuştu ama sınıftan beş yıl uzak kalınca insan böyle hissediyormuş diye düşündüm.
Sınıfta en önde beyaz tenli,saçları taralı ve arkadan tokayla bağlanmış,üstü beyaz çiçekli alt kısmı ise kırmızı etrafı dantelli boydan bir elbise giymiş kız çocuğu dikkatimi çekti.Öğrencilere kendimi tanıttıktan sonra çocuklardan da kendilerini tanıtmalarını istedim.En önde giyimi ve duruşuyla dikkatimi çeken kız çocuğu ayağa kalkarak kendini tanıttı. İsminin Ecrin olduğunu öğrendiğim bu çocuk meğer Suriye’nin Halep şehrinden gelen bir ailenin çocuğuymuş. Yarım Türkçeyle kendini tanıttıktan sonra sınıfta isimleri Eymen, Omar, Marya, Nassaem, Malik olan bir çok Suriye’li öğrencinin olduğunu gördüm. Bazıları sadece isimlerini söyleyebiliyorken bazıları öğrendikleri birkaç Türkçe kelimeyle kendilerini ifade etmeye çalışıyorlardı.Bir iki istisna dışında hepsi Halep şehrinden gelmişlerdi.
Halep… Medeniyete beşiklik eden kadim kent Halep.Bir zamanlar tarihe ismini yetiştirdiği ilim adamları ve onların eserleriyle altın harflerle yazdıran Halep.Şimdi ise tv ana haberlerinde bombalanan binalar,yıkılan evler,yaralanan ve ölen insanların görüntüleriyle hafızamıza kazınan Halep.
Teneffüse çıktığımda yine bir çok Suriyeli öğrencinin başka sınıflarda eğitim gördüğünü fark ettim.Bazılarının gözlerinde, ellerinde, yüzünde savaştan kalan yaralanma izleri vardı.Her akşam haberlerde gördüğümüz dramın ve trajedinin canlı şahidiydi bu çocuklar.Ne suçları vardı ki Ecrin’in, Eymen’in, Malik’in, Marya’nın? Savaşı onlar mı çıkarmışlardı? Yerlerini yurtlarını terk edip bilmedikleri bir coğrafyayı, bilmedikleri bir dille konuşmak zorunda olmayı,bilmedikleri insanlarla yaşamayı onlar mı istemişlerdi?
Ah Ecrin. Duyduğun uçak sesleriyle irkilip korkuyla göğe bakmanı hangi özürler,hangi bağışlanmalar telafi edebilir?Yaşadığın travmaları hangi psikolojik danışmanlar tedavi edebilir?Teneffüste düşüp dudağı parçalanan ,Türkçe bilmediği için kimsenin müdahalesine izin vermeyip bana koşan Sena’nın çaresizliğine kim derman olabilir?
Ey yüzünün ışıltısını gökyüzünde parlayan aydan alan Ecrin. Ey feryadınızın arşa çıktığı yerden şehrimize konuk gelen güzellik timsali çocuk.Bil ki koskoca malikanelerde ,sırça köşklerde yaşayan burjuvanın çocukları bile senin kadar masum ve temiz değil.Yaşadıkların senin mi bizim imtihanımız bilemiyorum?Şimdi birileri Ecrin evine dönsün diyorlar. Dönsün de nereye? Yüz seksen tane silahlı gruptan bahsedilen kardeş kavgasına düşmüş, vuranın da vurulanın da Allahu Ekber dediği velayet savaşlarının devam ettiği ülkesine mi? Kendi halkını bombalamaktan çekinmeyen binlercesini zindanda işkencede öldüren sonra da hiçbir şey olmamış gibi haydi af çıkardım ülkenize geri dönün diyen zalim Esed’in ülkesine mi?
Yaşamadığımız imtihanların ne galibiyiz ne de mağlubu.İsmet Özel’in dediği gibi “Allah insanları iddiasından vurur” sözünü unutmamak gerek.Yarın bizim de başımıza böyle bir musibetin gelip gelmeyeceğini bilemeyiz.
Tarihte emsali bulunmaz ensar muhacir kardeşliğine şahit bir inanca sahipken neden çaresiz bize sığınmış insanların bir anda gitmesini isteyebiliyoruz? Ya 1492’de İspanya’da gemilerle on binlerce Yahudiyi kurtaran biz Osmanlı torunları nasıl böyle bir söylemde bulunabiliyoruz? Yeri gelmiş İsveç kralı Şarl maiyetindeki iki bin kişiyle bize sığınmış.Yeri gelmiş 1865-1894 yılları arasında bir buçuk milyon Kafkas halkı bize sığınmış Rus ordusundan kaçarak.Yine cumhuriyet tarihine baktığımızda Balkanlardan yüz binlerce insanın Anadolu’ya göç ettiğini görüyoruz.
Bizler tarih boyunca mazlumlara hami ve sığınacak bir liman olmuşuz. Ortadoğu veya İslam ülkelerine giden birçok arkadaşımın gittiği yerlerde Türk olduklarını söylediklerinde lokantacının,taksicinin ”Siz Osmanlı torunlarısınız yüzyıllarca bizleri koruyup kolladınız,sizden nasıl ücret alırız” diyerek para almadıklarını anlattıklarına canlı şahitim. Bu sevgi geçmişimizde ki misyonumuzdan kaynaklanıyor.
Bizler bir mahalleden başka bir mahalleye taşınırken dahi o kadar düşünüyoruz, hesap kitap yapıyoruz.Ülkelerini her şeylerini bırakıp gelmiş bu insanlarla empati yapıp anlayış göstermemiz gerekiyor.Emin olun eğer memleketlerinde barış içinde yaşayabilecekleri bir karış toprakları olduğunda bu insanların kâhır ekseriyeti geri döneceklerdir. Kimse yabancısı olduğu bir ülkede yaşamak ve de ölmek istemez.Devletimizin güvenlikli bölgede yaşam koşullarını oluşturacağı bir atmosfer veya Suriye devletinin değiştireceği politikalar ülkemize gelen bu insanların fevc fevc geri dönmelerini hızlandıracağı kanaatindeyim.Ama onların gidecekleri vakte kadar misafirlerimiz olduklarını unutmamız gerekiyor.
Selam ve dua ile…