PLUVİA - M. Edip CAFANALI

PLUVİA


Güneş ışıklarının sokakları yeni yeni aydınlatmaya başladığı bir vakitte şehre giriyordu atıyla. Yollarda nal seslerinden başka ses duyulmuyordu.Tek tük birkaç esnaf dükkanlarını açmak için hazırlık yapıyorlardı. Dile kolay tam on iki yıl olmuştu İstanbul’dan gideli.  Bir akıncı olarak kimi zaman Eflak’ta kimi zaman Viyana önlerindeydi.

Yılların verdiği özlemle ilk defa görüyormuş gibi caddelere, sokaklara bakıyordu. Ne kadar uzun zaman geçirmişim dışarıda, her yer ne kadar değişmiş dedi kendi kendine.

Fatih’te kalabileceği küçük ve ucuz bir yer buldu. Belki buralara yerleşir, kendime bir iş bulurum diye düşündü. Ne de olsa hayatı boyunca seferlerde olamazdı ya…

Günlerden bir gün yolu iş aramak için Üsküdar’a düşmüştü. Dükkanları gezip işçiye ihtiyaçları olup olmadığını soruyordu. Dükkanlardan birine girdiğinde genç bir kızla göz göze geldi. Ne soracağını, ne diyeceğini unutmuştu. Bir kaç saniyelik suskunluğun ardından iş aradığını söyledi kekeleyerek. Kız, akıncıyı şöyle bir gözleriyle süzdükten sonra işçi ihtiyacının olmadığını, ancak kendisine yetecek kadar kazanabildiğini söyledi kibarca.Akıncı ,kolay gelsin hayırlı işler diyerek kendini zor dışarı atabildi. Dışarıda hâlâ kalbi yerinden çıkacak gibi güm güm atıyordu.

Savaşların en hararetli, en tehlikeli anlarında dahi bu kadar heyacanla atmayan kalbi bir kızın karşısında yerinden fırlayacak gibi atmıştı. Ne oluyor bana dedi kendi kendine. Az kişiyle çok kalabalık ordulara kafa tutan ben dedi; ben nasıl olur da bu kadar elim ayağım dolaşacak hale gelebilirim diye düşündü. Tatmadığı, hissetmediği  bu duygular karşısında sol yanında bir gariplik hissetti. Olanlara bir anlam veremiyordu.

Başka hiçbir yere uğramadan doğruca evine doğru yürümeye başladı, yüzünde tuhaf bir gülümsemeyle. Günlerce iş aramaya devam etti. Fakat bir türlü iş bulamıyordu. Bazen, olmadı tekrar bilinmedik yerlere akınlara çıkarım, seferlere katılırım diyordu.

İstanbul’a döneli on beş gün olmuştu. Hâlâ iş bulamamış, ne yapacağına karar verememişti. Bir de bunların üstüne kalbi bir süredir başka türlü çarpıyor, gözlerinin önünden dükkanda gördüğü kız gitmiyordu. Tekrar dükkanların çok olduğu Üsküdar’a yöneldi. Kendi kendine itiraf etmek istemese de, başka mazeretlerle de olsa ayakları akıncıyı o kızın dükkanının sokağına götürdü. Bir kaç dükkana girip işçi arayıp aramadıklarını sorup olumsuz cevap aldıktan sonra kendini kızın dükkanının önüne attı. Ne yaptığını, ne yapacağını kendisi de bilmiyordu. Dükkânın önünde tekrar kalbi hızlı hızlı atmaya başlamıştı. Ne kadar fark ettirmemeye çalışsa da kız, akıncının kendisine baktığını, kendisi için dükkanın önünde olduğunu anlamıştı. Kız arada bir akıncıya bakıp ne yapmaya çalıştığını yada ne yapacağını anlamaya çalışırken diğer taraftan gelen müşterilerle ilgileniyordu. Ta ki akşam olup kız dükkanı kapatıp evin yolunu tutuncaya kadar.

Bir hafta boyunca akıncı her sabah erkenden kızın dükkanının olduğu sokağa gidiyor ,kız dükkanı kapatıp evine gidinceye kadar orada bekliyordu. Kız hiçbir şey olmamış gibi işlerini yapıyor, akıncının orada onu beklemesini garipsemiyordu artık.

Bir gün akşama doğru bir müşteri kadının kıza Pluvia diye seslendiğini duydu akıncı. İsmi Pluvia’ymış dedi kendi kendine. Artık hayatı boyunca unutmayacağı, unutamayacağı bir şey öğrenmişti. Pluvia, Pluvia diye duyacağı şekilde kızın  ismini tekrarlamaya başladı. Elinden gelse kalbine kazıyarak Pluvia yazacaktı.

Geceleri artık uyuyamaz olmuştu. Sabahlara kadar bir battaniyenin altında duyduğu, okuduğu sevda hikayelerini düşünüyordu. Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Aslı ile Kerem…Acaba Pluvia da beni Bir Leyla kadar bir Şirin kadar sever mi diye düşünüyor, Pluvia ile ilgili hayaller kuruyordu. Bir şeyler yapmam lazım dedi kendi kendine. Konuşmadan kızın kendine karşı ne hissettiğini nasıl bilebilirdi ki…

Sabah erkenden soluğu kızın dükkanında aldı. Son cesaretini toplayıp bir şeyler almak bahanesiyle dükkana girdi.Kız da akıncıyı görünce heyecanla karışık buyurun ne istediniz diye sordu çok resmi bir şekilde.Akıncı gözüne ilk ilişen el işlemeli havlulardan almak istediğini söyledi. Kız akıncıya normal, sıradan bir müşteri gibi davranıyordu. Akıncı havluyu alıp parayı uzattığında “Ben dedi, ben sizi ……” dedi kekeleyerek. Kelimeler boğazına düğümleniyordu. Hayatında ilk kez birisinin karşısında konuşurken zorlanıyordu.

Kız akıncının cümlesini bitirmesine izin vermeden “Benden daha fazlasını beklemeyin” dedi .Akıncı beklemediği  böyle bir tepkinin ardından şaşkınlığını biraz attıktan sonra kıza “Bunu kalbinizle mi yoksa aklınızla mı söylüyorsunuz “dedi. Kız:  “Her ikisi de” dedi. Bunun üzerine akıncı “Aklınızı bilmem ama kalpler her zaman doğruyu söyler, madem kalbiniz öyle söylüyor onu dinleyin o zaman” dedi ve dükkandan dışarı çıktı.

İçinden keşke cenk meydanlarında ölseydim dedi. Üzerime gelen oklardan, kılıçlardan, mızraklardan biri keşke bana isabet etseydi de bu sözleri duymasaydım, bu duruma düşmeseydim diye iç geçirdi içinden. Seferlerin birinde düşmana esir düşüp bir hafta boyunca yaşadığı işkenceler bile bu kadar canını acıtmamıştı. Artık her Pluvia sözünü işittiğinde, her Üsküdar dendiğinde, her türkü dinlediğinde canı acıyacaktı. Ne kadar çaresiz ve acizim dedi kendi kendine. Bilmemek bilmekten daha iyiydi bazı şeyleri. Aşkı, sevdayı, yürek yangınını…

Ne yapabilirdi ki kendini zorla sevdiremezdi ya. Bir insanın önünde ne kadar aciz durumdayım diye kendi kendine kızıyordu. Bir gülüşü ,bir mutluluğu için can vereceği insanın ona sevgi beslememesi zoruna gidiyordu. Ey Firavun’a mezar olan Kızıldeniz, ey İbrahim’in içine atıldığı ateş, ey celladın can aldığı kılıç neredesiniz alın canımı diye iç geçiriyordu. Sonra Hacer’in oğlu için çaresizliğine zemzem suyunun çıkışını, İbrahim’in İsmail’i için çaresizliğinde Cebrail’in kurbanı getirişini hatırladı. Acaba bir mucize olur da Pluvia beni arayıp bulur,beni sevdiğini söyler miydi, ona Pluvia’m diyebir miydim bir gün?

Aradan birkaç gün geçmişti ki akıncı soluğu tekrar güneş doğmadan Pluvia’nın dükkanının önünde almıştı. Dükkanın duvarlarına, kapısına, kilidine elleriyle dokundu. Pluvia’nın hergün su getirdiği dükkanların sokağında bulunan çeşmeden su içti..Pluvia’yla  ilgili ne varsa akıncı için çok özel ve değerliydi. Pluvia’dan hayır cevabı alsa da ondan uzak duramıyordu. Pluvia’nın dükkana geleceği vakit akıncı saklanıyor onu görmeye geldiğini görmesini istemiyordu. Günlerce bu durum böyle devam etti. Her gün Pluvia’nın kendisini aramasını, bulmasını bekledi. Bunun naçar bir bekleyiş olduğunu akıncı da biliyordu. Gelmeyecekti Pluvia…

Ve sonunda akıncı da kabullendi Pluvia’nın ona gelmeyeceğini. Bu sokaklar, caddeler ,bu şehir akıncıya dar gelmeye başlamıştı. Artık gitme zamanı gelmişti. Canını acıtan o kadar şey vardı ki .Bir an önce bu şehirden gitmeli, acılarını ve sevgisini yüreğine gömmeliydi. Ve öyle de yaptı. Bir sabah akıncılara katılıp uzak, bilinmedik bir yerlere doğru sefere çıktı. Giderken aklında sadece bir şey vardı. O da Pluvia. Acaba Pluvia’nın kalbi de bana ısınmış mıydı, başka bir yerde ve başka bir zamanda karşılaşsak Pluvia yine bana aynı cevabı verir miydi diye düşüne düşüne İstanbul’dan ayrıldı.

Cevabını bilmediği o kadar çok soru vardı ki kafasında. Ama bir şeyden çok emindi. Hayat artık ne akıncı için ne de Pluvia için eskisi gibi olmayacaktı…

[email protected]

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
26Ekm

GAZZE ATEŞİ

22Ekm

Dostla Hasbihal 2

11Ekm

Aksa Tufanı ve Gazze

02Ekm
31Ekm

İyilik Bulaşıcıdır!