Yaşanan pandemi süreciyle birlikte dünyada ekonomik bir daralma yaşanmakta. Kendi halklarının refahını sömürgeleriyle sağlamış büyük güçlü devletler bu daralmayı vatandaşlarına yaptıkları ekonomik desteklerle hissettirmemeye çalıştılar. Ancak Türkiye gibi kırılgan ve güçlü olmayan ekonomiye sahip ülkeler pandemiyi fazlasıyla ekonomik dengelerinde hissettiler. Birçok esnaf dükkanını kapatmak zorunda kaldı.Bazı sektörlerin kapanması yada iş yapamaz hale gelmesiyle birlikte işten çıkarmalar başladı. Binlerce insan işinden oldu. Küresel piyasalarda yaşanan dalgalanmalar ve ticaret hacminin küçülmesi, doların değer kazanması ihracattan çok ithalata dayalı ekonomileri altüst etti. Petrol, doğalgaz gibi enerji kaynakları fiyatlarının dünya genelinde yükselmesiyle birlikte ülkemizde dahil birçok ülkede evlerde ve iş yerlerinde kullanılan enerji kaynaklarına çok yüksek zamlar yapıldı. İnsanlar artık kazandıklarıyla sadece faturalarını ödeyebilir hale geldiler. Elektrik, doğalgaz, benzin, mazot zammı derken doların yükselişe geçmesi geçimini zar zor sağlayan halkı canından bezdirdi. Çünkü doların yükselmesiyle birlikte marketlerde satılan en temel ihtiyaç ürünlerinden tutun en keyfi ürünlere kadar her şey iki üç katına çıktı.
Yaşanan bu ekonomik darboğazda zengin ile fakir arasındaki uçurumun artmış olması daha da cansıkıcı bir durum.2020 yılında yapılan bir araştırmada dünya servetinin yüzde altmışı 2153 kişinin elinde. Dünya nüfusunun 7 milyar 900 milyona ulaştığını düşününce ne kadar acımasız bir düzenle karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlıyoruz.BM 2007 yılından beri 20 şubat gününü dünya sosyal adalet günü olarak ilan etmiş. Yesinler sizin adaletinizi. Dünya genelinde dakikada 11 kişi açlıktan ölüyorsa bu nasıl sosyal adalet. Dünyada 603 milyon insan sefalet içinde yaşasın, dünyanın en zengin 26 insanının serveti 3,6 milyar dolar olsun sonra da siz insanların aklıyla dalga geçer gibi dünya sosyal adalet günü kutlaması yapın. Gerçekten şaka gibi.
Dünyada kurulu çarpık bu ekonomik sistem ülkemizde de maalesef pek farklı değil. Geçen yıl Anadolu ajansının bir haberine göre ülkemizde en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay, geçen yıl bir önceki yıla göre 1,2 puan artışla yüzde 47,5’e yükselirken en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay 0,3 puan azalarak yüzde 5,9’ a geriledi. Yani ülkemizin en düşük gelir grubunun milli gelirdeki payı sadece 5,9.Yaşanan bu gelir adaletsizliğinde Sırbistan’dan sonra Avrupa’da ikinci sıradayız. Yaşanan durumu düşününce bir sanatçının “Bu ne çıldırtan denge,yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe” şarkı sözleri geliyor aklıma.
Ekonomi zor durumdaysa ülke yöneticileri bu sefer durumu düzeltebilmek için çareyi vergileri artırmada arıyorlar.2020 yılında toplanan vergi miktarı 983 milyar TL. Adaletli olan gelir miktarının arttıkça vergilendirmenin daha yüksek dilimlerden yapılması. Peki pratikte bu şekilde mi hayır. Büyük şirketlere trilyonluk vergi afları gelirken asgari ücretli, memur, işçi gelirinin her 24 bin TL’ si için yüzde 15’lik dilimden vergi veriyor. Gelir vergisi kanununun 103.maddesine göre 24 bin TL’ den sonraki gelir artışında ise vergi dilimi yüzde 20’ye çıkıyor. Yapılan kesintilerden dolayı temmuz ayında maaşlara yapılan zam hissedilmiyor. Çünkü yapılan ikinci altı aylık zam kesintiye gidiyor.
Geçenlerde basına yansıyan eski bir milletvekilinin 18 bin 500 TL’lik emekli maaşıyla geçinemiyoruz diye feryat etmesi bana çok trajikomik geldi. Sen 18 bin 500 TL ile geçinemiyorsan aldığı asgari ücretle kirasını, faturalarını ödemeye çalışan, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan vatandaş ne yapsın.
Bence pandeminin ekonomi kadar zarar verdiği alanlardan birinin de eğitim olduğunu düşünüyorum. Pandemi nedeniyle kapanan okullarda eğitim alamayan çocukların akademik başarısı ciddi oranda düştü.Öğrenme kayıplarının farkına varan MEB ilk defa bu hafta içerisinde ortaokul ve liseler için kazanım değerlendirme sınavı yaptı. LGS ve YKS sınavlarında başarılar düşmüş durumda. Tabii burda kaybeden yine fakir fukara insanların çocukları. Maddi durumu iyi zengin aileler çocuklarına aldırdıkları özel derslerle yine en iyi okul ve bölümlere yerleşme imkanı bulabildiler. Hatta pandeminin özel ders alan çocuklar için bir fırsata dönüştüğünü de söyleyebiliriz. Normal vatandaşın çocukları pandemi sürecinde kapanan okullara gidemezken yüksek gelirli insanların çocuklarının özel derslerle sınava hazırlanması ne kadar eğitimde fırsat eşitliği doğurabilir, ne kadar adil bir yarış ortaya çıkarabilir ki?
Burada anlattıklarımdan sermayeye, zengin, burjuva sınıfına bir antipatim olduğu anlamı çıksın istemem. Benim vurgulamaya çalıştığım nokta aynı dünyayı aynı ülkeyi paylaştığımız tüm insanların gelir adaleti sağlanarak insanca, onurluca yaşamalarının sağlanmasının gerekliliği. Açlıktan ölüm haberleri dünyamızı, hayatımızı yaşanmaz bir yer haline getiriyor. Elbette ki” Rabbin rızkı dilediğine bol verir, dilediğine artırır” (İsra 30) ayetine iman etmişiz. Ama dünyada ve ülkemizde yaşanan gelir adaletsizliğini bu ayete ve anlayışa indirgemek, adaletsizliği bunun üzerinden savunma yapmaya çalışmak haşa Allah’a atılacak bir iftiradır diye düşünüyorum. Kendi adaletsiz, bozuk düzenlerinin yürümesi için bu anlayışı dile getirenlere ben de “Biz istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları yeryüzüne varisler kılalım”(Kasas 5) ayetini hatırlatmak istiyorum.
Bizim geleneğimizde, inancımızda israf,kibir, şatafat olmaz olamaz. Bu anlayıştan hareketle son olarak kendisini ziyarete gelen elçinin, karşısında tedirgin ve korku içinde olduğunu görünce “Rahat ol, ben kuru et yiyen bir kadının oğluyum” diyen peygamberi unutmamak gerekiyor diye düşünüyorum.
Selam ve dua ile.