Bir özdeyişimizde; “Denizler dalgalanmadan durulmaz” diye özetlenen,sorun ve sıkıntıların kendi mecrasında yerine oturacağı şeklindeki bir nev’i millî öngörümüz, hükmünü icra’ etmeye devam etmektedir. Elbette bu olup biten olumsuzluklar olması gerekiyordu ki, her şey kendi mecrasına otursun.
Şu kara bahtımıza ve kem talihimize bakın ki; bir çoğu NATO ülkesi olan onlarca ülkenin hava sahasını ihlal etmeyi sıradanlaştıran Rusya’nın uçağını düşürmek bize düştü. Dikkat buyurula: “Niye biz düşürdük ? “ demiyorum; talihsizliğimize hayıflanıyorum. Ayrıca; bunun izahını yapmak çok da zor değil. Çünkü, sınırları ihlal edildiği halde içinden homurdanan fakat açıktan tavır koymaktan ürken devletlerin tümünün devlet ömrü toplamının en az 3-5 katı Türk Milletinin devlet tecrübesi ve devlet kültürü vardır. Dolayısıyla onlarla Türkiye ve Türk Devletinin aynı kefede tartılması zaten abes olur.
Öte yandan; TBMM kürsüsünden : “...Bir gün, Türkiye ile İran karşı karşıya gelirse ben İran’ın safında yer alırım. Çünkü; ABD’ye karşı İran’ın düşmesi demek, tüm Asya’nın düşmesi demektir...” diyen ve daha beter secaatini, bir Rus Tv’sinde ortaya saçan bir Parlementeri, neyle ve nasıl değerlendirmek adına nereye oturtacağımızı izah etmek dahi müşkül. İddia ediyorum ki; dünyanın hiç bir parlamentosunda bunun benzeri bir parlamenter yoktur ve olamaz.Eğer bilse ki; dünyada Türkiye’den sonra en çok Türk’ün yaşadığı ( 40 milyon) Ülkenin adı İran, bu gömgök ihanet damlayan ifadelerinden vaz geçerdi sanırım. Meşrutiyet Meclisimizde, Allah ’ın şaşırtması sonucu : “ Biz , büyük devletlerin çıkarlarını gözetmek için buradayız..” diyerek sirkatini ve secaatini çorbaya çeviren Gayrimüslim Mebuslar da bu bahtsız ve çilekeş Millete nasip olduydu maalesef. Ve maalesef; beyni, nurdan ve aydınlıktan nasip almamış, tefekkürünü Mason Locaları yoluyla Siyonist emperyalizmin emrine vermiş olan o günlerin gûyâ aydınları : “HÜRRİYET-UHUVVET-MÜSAVÂT = ÖZGÜRLÜK-KARDEŞLİK-EŞİTLİK” sloganları ile bugünki Türkiye’nin 10 katı büyüklüğündeki Vatanı ve milyonlarca evladını tarumar eylemiş, hak-i yeksan etmişti.
Bir devlet düşünün ki, akla hayâle gelebilecek bütün kulvarlarda kuşatılmış. Ve en kötüsü de, bu hâl, binlerce yıllık tarihinde hep böyle gelmiş ve böyle geçmiş. Ben artık, bu çok garip hâli, Cenab-ı Hakk’ın bu aziz Milleti çok sevdiği için bize verdiği musîbetler silsilesi diye kendimi avutuyorum.
Bir başka Milletin ve bir başka devletin başına, bizim sadece son 15 yılda başımıza gelenler gelse ayakta kalabileceğinden şüphe duyarım.
Hangi birini anlatalım :
- Adeta; MUHABERAT ve MOSSAD’ın ortak organizasyonu izlemini veren ve hattâ, tıpkısının aynısı olan, MİT tırlarını bir kurmay albayın ve bir başsavcının durdurarak dünyaya teşhir etmesini mi,
- Tam 1847 yılından beri kanayan Güneydoğu yaramızın tedavisi için ortaya konulan gayretleri; RTE Fobisi sebebiyle : “ TEK VATAN-TEK DEVLET-TEK BAYRAK paydasını da tanımam. Gerekirse dağlar dereler ceset dolsun, ovalar kan deryasına dönsün; yeter ki bunun zamanında bir çözüm olmasın..” bağnazlığını ,ifritliğini ve fikri sabitliğini mi,
- İslam ve Hizmet adını slogan tutarak bütün çağların en mükemmel kamuflajını uygulmayı, son 50 yılın tüm siyasi öncü ve liderlerini kafaya almayı başarmış bir yapılanmanın, tam 50 yıldır kendine en galiz küfürlerle hakaret edenlerle omuz omuza kol kola vererek devlete iftirada, milli iradeye küfürde, devleti ve ekonomiyi çökertme yarışında dahili ve harici düşmanları dahi sollamasını mı,
Bu zihniyetin, hem İngiliz ve hem de Alman İstihbaratının maşası durumundaki İttihat-Terakki’cileri kahraman yapmak adına kotarılmış olan “Edirne’yi Enver kurtaracağına Bulgar’da kalsın daha iyi”ifadelerini sarfedenlerin sahipleri ile aynı merkezli olduğundan asla kuşku duymayalım.
Bunun içindir ki; samimi vatanseverleri ve samimi milliyetperverleri asıl üzen, Ebû Cehiller değil Ebû Leheblerdir. Zira ; Ebû Cehil zaten Ebû Cehil’dir. Ebû Leheb ise, Hz. Peygamber’imizin kanından canındandır; öz amcasıdır. Ve fakat Peygamberimizi nifak çıkarmakla suçlayan ilk müşriktir. Yüce Peygamberimizin kızını kendi oğlu ile evlendirmiş olmasına rağmen boşattıran da budur ve Yüce Nebî’nin yüz binlerce düşmanı olmasına rağmen beddua ettiği ilk,tek ve son nasipsizdir. Hak ettiği başına gelmiş; Şam ile Medine arasındaki bir yolculuğunda aslanlar tarafından parçalamıştır.
,
Bizi anlayanlara da anlamayanlara da selâm olsun...!...