Nuri GÜRGÜR

Ömrünü Türklüğe Hizmet Etmeye Adayan Dr. İbrahim Doğan Ebedî Âleme İntikal Etti

Nuri GÜRGÜR

Dr. İbrahim Doğan her kulun ecel-i İlahi’yle belirlenen bu dünyadaki yolculuğunu tamamlayarak beka âlemine, ebedî mekânımıza avdet eyledi. Son defa geçen ayın son haftasında on iki kişilik dostluk grubumuzla hemen her ay buluştuğumuz yemek vesilesiyle birlikte olup sohbet etmiştik. Her zamanki gibi diri ve canlıydı. Kış yaz demeden günde ortalama bir saat mutlaka yürürdü. Yemekte son Tabipler Birliği kongresini anlattı. Milliyetçi doktorların listesinin kazanması için her zamanki gibi çok çalışıp meslektaşlarını organize etmişti. Fakat bazı doktorların söz verdikleri halde gelip oy kullanmamaları sebebiyle az bir farkla başarı sağlanamamış olmasından dolayı üzgündü. Fakat kalbiyle ilgili hiçbir sıkıntısı yoktu. Ama takdir-i ilahî vesile ne olursa olsun hükmünü saniye bile geçmeden icra ediyor. İbrahim Doğan’ı yaşatabilmek için hekim arkadaşları seferber olmuşlardı, durumu kritik olduğundan yapılan operasyonun ardından bir haftaya yakın uyutularak kontrol altında tutuluyordu, fakat sonuç alınamadı ve İbrahim kardeşimiz dün âlem-i Cemâl’e vuslat için Hakk’a yürüdü. Menzili inşallah mübarek, makamı ebedî âlemde âli, mekânı cennet olsun; Rabbim çektiği çileler, ruh ve gönül zenginliği, iyilikseverliği, şefkat ve merhamet dolu yüreği hürmetine O’na rahmetiyle, mağfiretiyle, keremiyle muamele eylesin.

İbrahim Doğan fikri kimliğini, istikametini çok erken yaşlarda edinmişti. Tıp Fakültesi’ne başlarken, Türk milliyetçiliği düşüncesini benimsemiş, bu fikre hizmet etmekte kararlı bir ülkücüydü. Türkeş’in 1965 yılında CKMP (MHP) Gn. Başkanı olmasıyla Türk milliyetçiliği fikrinin dernekler platformu çerçevesinin dışına çıkarak siyasi arenaya intikal etmesinin önü açılmıştı. Bu dönemde solculuk, dünya çağında yükselen, özellikle aydınlar tarafından benimsenen Fidel Castro, Che Guevera, Ho Şih Min gibi militanların efsane gibi benimsendiği ideolojik bir akım durumundaydı. Batı Avrupa ve Fransa’da 1968 yılında tırmanan öğrenci olayları bermutat Türkiye’yi de etkiledi. İstanbul ve Ankara’da bazı fakülteler solcular tarafından işgal, dersler boykot edildi. Yön (sonra Devrim) dergilerini çıkaran Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk, Mümtaz Soysal ve Mihri Belli’nin savundukları Millî Demokratik Devrim tezi, asker ve sivil aydınlar arasında çok taraftar topluyordu. Bu kesim Gençlik ve ordu içerisindeki “devrimci”lerin organize edilerek 27 Mayıs darbesine benzer bir müdahaleyle iktidara gelmek amacıyla çalışıyorlardı. Radikal solcu gençler ise Güney Amerika tarzı “gerillacılık“ yöntemini benimsemişlerdi. Filistin’e giderek silahlı eğitim alıp dönenler vardı. Dev Genç çatısı altında toplanan bu kesim üç fraksiyona bölünmüştü; Marksist- Leninistler, Mao’cular, Enver Hocacılar. Ayrıca üç illegal örgüte ayrılmışlardı; THKO (Deniz Gezmiş, Sinan Cemgil grubu) Mahir Çayan THKP/C ile Doğu Perinçek TİİK. ODTÜ, Mülkiye başta olmak üzere bazı fakülteler bu grupların kontrolü altındaydı.

Üniversite rektörlükleri çağırmayınca polis içeri girip müdahale edemiyordu. Silah tehdidiyle baskı kuran solcular bazı fakültelerde hâkimiyet kurmuştu. Okumak niyetiyle bu okullara gelen öğrenciler ya solcuların istediği tarzda hareket edip ortama uyuyor, ya da derslere giremiyordu. Ülkücü-milliyetçi öğrenciler ise teslim olmak yerine zorbalıkla mücadele etmeyi tercih etti. Ülkü Ocakları bu kararlılık sonucu kurulmaya başladı. İbrahim Doğan aynı düşünceden arkadaşlarıyla fakültesinde kurduğu ocağın başkanıydı. Kısa süre sonra başka birkaç okulda daha benzerleri kurulunca bunlar 1968 yılında bir araya gelerek Ülkü Ocakları Birliği adıyla bir üst kuruluş oluşturdular. İbrahim bu kuruluşun ilk genel başkanı oldu.

Sorumlulukları ağırdı. Ülkücülerin salimen derslere girebilmeleri için uğraşıyor, okul yöneticileriyle görüşerek kavga çıkmaması için önlem almalarını istiyordu. Türkeş’in de ülkücülerin mecbur kalmadıkça kavgadan kaçınmalarını isteyen kesin talimatı vardı. İbrahim Doğan “Akılda Kalanlar” isimli hatıralarını içeren kitabında o günleri anlatır, özellikle 1970’in Nisan ayında yaşanan talihsiz olaya kitabında ayrıntılı şekilde yer verir. Bir grup arkadaşıyla tarihi Türk Ocağı binasında sohbet ederken Tıp Fakültesi’nden haber alırlar; solcular bir arkadaşlarını kaçırıp okulun odalarından birinde tutuyorlarmış. Arkadaşları onu kurtarmak için hemen okula gidilmesini isterler. İbrahim doğal olarak onlara katılır. Fakülte binasını aramalarından sonuç alamayınca dönmeye karar verirler. Ancak solcular üzerlerine ateş açsalar da sokağa çıkmayı başarırlar. İbrahim kendi sınıfına bakmak için arkada kalmıştır. Solcular onu tanımışlardır; öldürmek maksadıyla ateş açarlar, bu esnada çıkan çatışmada mermilerden biri tesadüfen yoldan geçmekte olan bir tabip teğmene isabet eder ve ölümüne yol açar. Radikal solcu olan askeri tıbbiye öğrencileri olay üzerine gelen polislere koro halinde ölüme sebebiyet verenin İbrahim Doğan olduğunu söylerler, çünkü onu bertaraf edilmesi gereken bir hasım olarak görüyorlardı ve olayı fırsat olarak kullanılmakta kararıydılar.

Polis aslında dikkatli bir araştırma yapsa, merminin balistik incelemesini yapsa failin İbrahim’in olmadığını gösteren belgeler bulabilirdi. Ama ölüm olayı büyük tepki doğurmuştu. İçişleri Bakanının ve emniyetin acilen bir fail bulmaları gerekiyordu. Olayı aydınlatmak yerine solcuların peşinen suçladıkları İbrahim Doğan’ı tutuklatıp rahatlamayı tercih ettiler. 

İbrahim Doğan beş yıla yakın cezaevinde kaldı. Suçsuzluğunu en başta kendisi bildiğinden vicdanen rahattı. İçeride çok sayıda başka ülkücü tutuklular da vardı. O doğuştan liderlik niteliklerine sahipti, davasının doğruluğuna ve haklılığına inanıyor, şartlar ne olursa olsun ona hizmet etmesi gerektiğini biliyordu. Orasını millî kültürümüzün, tarihimizin, Türklüğün varlığına hasım fikir ve çevrelerin anlatıldığı, öğretildiği bir mektep haline getirdi. Mütevazı kişiliğiyle ve yardımseverliğiyle içeridekilerin tümünün sevip saydığı kişiliğiyle çok etkiliydi. 74 affından yararlanıp dışarıya çıktığında “nerede kalmıştık” dercesine hayatını yeniden düzenledi. Asla karamsar olmadı, imanı kavi, kıblesi düzgün örnek bir dava adamı, şuurlu bir Türk milliyetçisiydi. 
Tıp öğrenimine yeniden başladı, her türlü güçlüğe direnerek 14 yıl sonra da olsa tıp diplomasını aldı. KBB dalında ihtisas yaptı. Çeşitli hastanelerde mesleğini başarıyla sürdürürdü. Bazı solcu siyasetçilerin itirazına rağmen TBMM‘de yıllarca KBB uzmanı olarak çalıştı; zekâsı, mesleki becerisi ve sıcakkanlı yaklaşımıyla geniş bir çevre edinmişti. Ülkücü doktorların vakıf çatısı altında toplanmaları amacıyla çok çalıştı. Kendisine ihtiyaç duyulduğunda taşın altına elini tereddüt etmeden koyan bir insandı. Hatıralarında bildiklerinin tamamını anlatmamış olsa da yazdıkları milliyetçi hareketin son elli yılına ışık tutacak niteliktedir. Bunların özellikle genç nesiller tarafından bilinmesini, öğrenilmesini, üzerlerinde düşünülmesini çok istiyordu. Ama ne yazık ki toplumumuzda solcusuyla sağcısıyla, İslâmcısıyla ve ülkücüsüyle yaygın bir okuma krizi yaşanıyor. Çoğu gencimiz ve aydınımız kitap okumaya üşeniyor. Cep telefonlarından sosyal medyadaki dedikodulara göz atmayı tercih ediyor. Bırakın başka kesimleri yaşları otuzun altında kendini ülkücü diye tanımlayanların çoğu Dr. İbrahim Doğan’ı bilmez, kitabından da habersizdir. Bu yazım uzunca olduğundan sayfamda adları olanların onda birinin bile okuyacağını sanmıyorum. Buna rağmen elli yıl kadar sonraki nesillerden bu dönemleri araştırmak isteyenler çıkabilir ümidiyle yazmadan edemiyorum. 

Aziz kardeşim Dr. İbrahim Doğan’ı bir kere daha kalbi duygularla, rahmetle ve muhabbetle, özlemle anıyorum. Ruhu şad olsun. 

Bu yazı daha önce Sn. Nuri GÜRGÜR'ün Sosyal medyasında (Facebook) yayınlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları