Yenidoğan çetesi olayı, ülkemizde ahlâksızlığın, alçaklığın, soygunculuğun kısacası çürümenin habis bir hastalık gibi derinleşip yaygınlaştığını gözler önüne serdi. Aralarında doktorların da bulunduğu 22 şüpheli tutuklandı, 47 kişi hakkında soruşturma sürdürülüyor. Çetenin PKK eylemcisi olmaktan 5 yıl hapis cezası bulunan elebaşı ve yardımcısı Dr. sıfatına sahipler; dolayısıyla sağlık sisteminin ve SGK’nın nasıl çalıştığını, zaaflarını iyi biliyorlar. Çok para kazanmak için ahlâki, insani ve vicdani bütün değerleri onursuzca çiğniyorlar; kendi tıynetleriyle örtüşen isimlerle işbirliği yaparak bebek canları üzerinden bu vurgunu organize ediyorlar.
Savcılık iddianamesi, şahit ve sanık ifadeleri dahil olayla ilgili haberleri okuyan herkesin yüreğinde bir yandan tarifsiz derin bir acı, diğer yandan sınırsız bir öfke ve nefret oluşuyor. Bebeklerin ticari bir metaya dönüştürülüp acımasızca katledilmesi ana ve babaların yoğun bakım kapılarındaki çaresizlikleri, ıstırapları insani hassasiyeti bulunanları derinden sarsıyor.
Olayın duyulmasının ardından Sağlık Bakanlığı, önceki Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun sahibi olduğu hastane dahil, on özel hastaneyi kapattı ve soruşturma açtı. Ama yapılan çeşitli açıklamalar olayın çok daha önceden bilindiğini, fakat gerek İstanbul İl Sağlık Müdürlüğünün gerekse Bakanlığın gereken adımları atmakta geç kaldığını gösteriyor. Kurumların işlevlerini çeşitli nedenlerle yapmamaları yaygınlaştıkça sosyologların toplumsal anomi, yozlaşma dedikleri krizler doğar. Bu açıdan Yenidoğan Çetesi vurgununu münferit bir olay olarak görmemek, yaşadığımız toplumsal olayların sebeplerini, mahiyetini doğru değerlendirmek gerekiyor.
Devlet bütün kurumları, organları ve yasalarıyla asli görevi olan toplumun güvenliğini, huzurunu ve refahını sağlayabiliyor mu? Başta İstanbul olmak üzere suç örgütlerinin mafyalaşması, yarış yapan suç örgütlerinin vukuatları, aralarındaki rekabetten kaynaklanan günübirlik silahlı çatışmaları, görevini yapmaya çalışan polislere yönelik davranışları, eylemleri 20 milyona yakın insanın yaşadığı en büyük kendimizin bazı ilçelerini ve semtlerini yaşanamaz hâle getiriyor. Meşruluğun bir yana atılarak kolay yoldan para kazanmak, vurgun yapmak amacıyla örgütlenmek, kamusal düzenin açığını aramak adet haline geldi, kötülük giderek sıradanlaşıyor. Başta Sayıştay olmak üzere Denetim kurumlarının yetki alanları daraltılıyor. Türkiye yolsuzluk algı endeksinde 2024’te 115. sırada görünüyor. Yolsuzlukla mücadele konusunda AB’nin ısrarla istediği yasal düzenleme yapılmadı. İhale yasası 192 defa değiştirildi, kamu ihaleleri kime istenirse ona veriliyor, birileri aşırı zenginleşirken TÜİK rakamlarına göre dört milyon hane açlık sınırında yaşamaya çalışıyor. Okulların en büyük sorununun kapı önlerinde mevzilenen uyuşturucu çeteleri olduğunu herkes görüyor, fakat etkili adımlar nedense atılmıyor. Usulsüzlük, yolsuzluk, adaletsizlik, kayırmacılık, denetimsizlik, cezasızlık kötülüklere özenenlere cesaret veriyor.
Toplumsal hayatımızın dengelerini bozan, kurumları işlemez hale getiren, liyakati umursamayan, yargının bağımsızlığını, tarafsızlığını önemsemeyen, aşırı siyasallaşan yönetim tarzı devam ettiği müddetçe bu çürümüşlüğü gidermek mümkün olmaz.
Bu yazı daha önce Sn. Nuri GÜRGÜR'ün Sosyal medyasında (Facebook) yayınlanmıştır.