Krizdeki Küreselleşme(cilik) - I: Yeni Bir Milletler / Milliyetçilikler ve Büyük Mücadeleler Çağı'na Doğru Mu?
Prof. Dr. Mehmet Akif OKUR
Dünya siyasetinin mantığıyla ilgili eski kanaatlerini 1990'larda kökten reddedenlerin ve aynı dönemde uluslararası ilişkiler eğitimine başlayanların ezberlerini zorlayan önemli gelişmelerle yüz yüzeyiz. Toplum, ekonomi, siyaset gibi alanlardaki değişimleri zamanı ve mekanı sıkıştıran teknolojik yeniliklere referansla açıklamak yahut söz konusu alanları bilinçli çabalarla dönüştürmek için kullanılan "küreselleşme" paradigması, şimdiye kadarki en ciddi krizini yaşıyor. Krizi fark etmemizi kolaylaştıracak analitik anahtar, küreselleşme ve küreselleşmecilik kavramları arasındaki nüansta gizli. İlkini; Doğu Bloku'nun çözülüşü gibi siyasi hadiselerle finans akışlarının muazzam boyutlara ulaşması, üretim mekanlarının coğrafyasındaki kaymalar, internet, uydu yayıncılığı, cep telefonları, ulaşım ve taşımacılığın hızlanırken ucuzlaması gibi hayatlarımızın maddi çehresini temelden şekillendiren olgulara dayalı yenilikler şeklinde tarif edebiliriz. İkincisi ise, bahsettiğimiz olgusal zeminin devletleri ve toplumları kaçınılması imkânsız biçimde küresel kalıplara dökeceği tezine dayalı bir ideolojik kurgudur. Ortaya çıkan yeni alt yapının üst yapıyı tek biçimli bir güzergâhta belirleyeceği iddiası, sürecin erken aşamalarından itibaren "alternatif küreselleşmeler"e dair tezleri gündeme taşımıştı. Ancak karşımızdaki dünya manzarası, küreselleşme paradigması başlığı altında toplayabileceğimiz bu türden tartışmalardaki hâkim perspektiflerin öngördüklerinden de bambaşka bir gerçekliği resmediyor. Küreselleşmeyi üreten olgular, küreselleşmeci elitlerin/grupların inşa etmek istedikleri kurgulara hayat vermedi. Yeni bir istikbale, zorlu bir geçiş dönemine doğru ilerliyoruz.
Ufkumuzdaki muhtemel geleceğin belirmekte olan parametrelerini ekonomiden siyasete pek çok sahada görmek mümkün. Ekonomik milliyetçiliğin her alanda yükselişi, küresel kurumların yüzleştikleri sorunlar karşısındaki acziyetleri, büyük güçler arasında hızla tırmanan rekabet gibi başlıklar, bu muazzam dalgalanmanın öne çıkan tezahürlerinden sadece birkaçı. Yazımızda, hayli genişletilebilecek bu listenin önemli boyutlarından birine değinerek sert esen yeni yeryüzü rüzgârının istikametine dikkat çekeceğiz.
Elimizdeki veriler, "Millî devletler ve kimlikler, küreselleşme karşısında ayakta kalabilecekler mi?" sorusunun tersinden tekrarlanması gereken bir çağa girdiğimize işaret ediyor. Ancak, bu verilere göz atmadan önce bir noktanın altını çizmemiz lazım. Evrenselci önermelere sahip olanlar dâhil tüm siyasi düşünce sistemleri, yerel bağlamlarda farklılaşan nitelikler ve vurgularla karşımıza çıkarlar. Bu anlamda, ölçeği dünya olan bir tartışmada liberalizm, sosyalizm vb.den değil, liberalizmler, sosyalizmler vb.den bahsetmek gerekir. Hatta hemen her ülkede, ortak siyasi terminolojiyi paylaşmalarına rağmen somut politikalar söz konusu olduğunda birbirlerine şiddetle muhalefet eden gruplara rastlarız. Bu husus, millî devletler ve kimliklerin gündeme geldiği her platformda karşımıza çıkan milliyetçilik için özellikle geçerlidir. Bu çeşitlilik, küre ölçeğinde bir siyasi dalganın kabarışını bazı genel özellikleri merkeze alarak teşhise engel değilse de yükselen trendin anlamları üzerine yorum yapılırken ihtiyatlı davranılmasını gerektirir.
Bir başka örnek üzerinden açıklamak gerekirse; "dinin yükselişi"yle ilgili anketlere dayalı küresel bir değerlendirme İslam, Hristiyanlık gibi dinler arasındaki ve bu dinlerin kendi içlerindeki farklılıkları ortadan kaldırmaz. Ancak, dünya nüfusunun bir önceki döneme göre inanç sistemlerine daha fazla/daha az yöneldiklerini gösterir. Her inanç sistemi ise küresel barışın tesisi, insani dayanışma, adalet vb. konularda kendi muhtevasının icaplarına göre tavır takınır. Elbette benzer bir durum, aşağıda ele alacağımız milliyetçi yönelişler bakımından da geçerlidir.
Dünya nüfusunun yaklaşık dörtte üçünü kapsayan altmış iki ülkede, beş yıllık dalgalar hâlinde yapılan "Dünya Değerler Araştırması"nın 2010-2014'e ait kısmı[1] millî kimliğe aidiyetle ilgili önemli sonuçlar ortaya koyuyor. "Millî kimliğinizle ne kadar gurur duyuyorsunuz?" sorusunu cevaplayanlar, ezici çoğunlukla "Çok gurur duyuyorum." seçeneğini işaretlemişler. "Oldukça gurur duyuyorum." diyenlerle birlikte bu oran %85-90 bandında dolaşıyor. Sorunun, yalnızca millî kimliklere aidiyeti değil, aidiyetten duyulan hoşnutluğu/hoşnutsuzluğu ölçüyor oluşunu da dikkate alırsak küreselleşme sürecinde millî kimlikleri yıpratmayı hedef alan yoğun propagandanın, dünya nüfusu arasında kitlesel karşılık bulamadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Sık sık millî devletlere alternatif somut bir model olarak gösterilen AB'yle ilgili veriler de küreselleşmeci ideolojinin başarısızlığını teyit ediyor. Bir AB kuruluşu olan Eurobarameter'in araştırmasına göre; günümüzde kimliğini yalnızca Avrupalı olarak tanımlayan AB vatandaşlarının oranı sadece %3'tür. Buna mukabil, nüfusun %46'sı kendisini hiçbir Avrupa referansı yapmaksızın yalnızca mensubu olduğu millî kimliğe ait hissediyor. Kimliğini tarif ederken başat bileşen olarak "millî aidiyetini" görmekle beraber Avrupalılığa da yer açanların oranı %41. Avrupalılığı önemserken millî kimliğini de unutmayanlar ise nüfusun %7'sini teşkil ediyor.[2] Bu rakamların anlamını layıkıyla idrak edebilmek için II. Dünya Savaşı'ndan bu yana "Avrupalılık" kimliğinin inşası maksadıyla yürütülen sistemli faaliyetleri ve tahsis edilen muazzam kaynakları hatırlamalıyız. Zenginliği ve eğitimli nüfusuyla Avrupa, yeryüzünün millî kimliklere meydan okuyabilecek yeni aidiyetlerin inşasına en açık coğrafyasıdır. Bu müsait zeminde devlet adamlarından büyük sermaye sahiplerine uzanan yelpazede etkin çevreler, on yıllar boyunca büyük gayretler sarf ettiler. AB'yi; bayrağı, marşı, anayasası, parası ve ordusuyla millî devletlerden sürekli egemenlik transfer ederek şekillenecek bir yapı olarak inşaya çalıştılar. Millî kimliklerin aşındırılarak aşılması, küreselleşme sürecinde ilave simgesel değer kazanan projenin nihai başarısı bakımından gerekli sayılıyordu. Ancak, Eurobarameter araştırmasının sonuçları, zorlu ve uzun on yılların ardından millî kimliklerin zindeliklerinden bir şey yitirmeksizin yerlerinde durduklarını gösteriyor. Ekonomik vb. hoşnutsuzluklar arttıkça bu zinde kimlikler, parçalanma yönündeki eğilimlerin de doğal dayanaklarına dönüşüyor. Nitekim, hafızalarda hep üyeliğe kabul referandumlarıyla yer eden AB'de ilk Birlik'ten çıkış referandumunun Avrupalılık kimliğine çok az iltifat eden İngiltere'de yapılacak oluşu bir tesadüf değil.
Diğer Avrupa ülkelerindeki aşırı sağ/popülist hareketlerin kuvvetlenişi de AB projesinin varlığını borçlu olduğu, II. Dünya Savaşı sonrasına ait elitler arası mutabakatı ciddi biçimde sarsıyor. Programları bakımından farklılıkları bulunsa da neredeyse tamamı küreselleşmenin değişik sonuçlarına, bu arada da AB'ye karşı olan partiler, hızlı bir yükseliş ivmesi içindeler. Birkaç örnek vermemiz gerekirse; Avusturya'da Özgürlük Partisi son Başkanlık seçimlerinin ikinci turunda %49.7 oy aldı. Polonya'da Hukuk ve Adalet Partisi %39 oyla hükûmeti kurdu. Macaristan'da Orban Viktor'ın ard arda kazandığı seçimlerden rahatsızlık duyan AB yetkilileri, daha aşırı kabul ettikleri Jobbik'in partisinin 2014'te %20 çıtasına ulaştığını gördüler. Fransa'da Marie Le Pen'in Ulusal Cephesi 2015'teki seçimlerde oylarını %27’ye taşıdı. Almanya'da, "Almanya için Alternatif" partisi, 2016 Mart'ında girdiği seçimlerde %25 nispetinde bir halk desteğini arkasına alabildi.[3]
Küreselleşmenin ve farklı renkleriyle küreselleşmeci ideolojinin motor gücü ABD'deki gelişmeler de Avrupa'dakilerden aşağı kalmıyor. Obama'nın 2015 Nisan’ında Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında yaygınlaşan küreselleşme karşıtlığına dikkat çeken açıklamaları, Başkanlık için yürütülen ön seçim kampanyalarındaki tartışmaların habercisiydi.[4] Demokrat Parti'de Hillary Clinton'a karşı umulmadık derecede başarılı bir kampanya yürüten Sanders, Michigan gibi eyaletlerdeki zaferlerini küreselleşme karşıtı tutumunun kitlesel karşılık bulmasına bağlıyor.[5] "Serbest ticaret bizi öldürüyor! Küreselleşme bizi öldürüyor!" diyen Trump'ın anketlerdeki hızlı yükselişi de küreselleşme karşıtlığının, küreselleşmeciliğin anavatanında kazandığı popülariteyi göstermesi bakımından önemli.[6] Uzun yıllar boyunca küreselleşme, her alanda duvarların yıkılışı metaforu üzerinden anlatılmıştı. Şimdi ise Amerikan halkının kayda değer bölümü, en önemli seçim vaatleri arasında Meksika sınırına 1600 km uzunluğunda duvar örmek olan bir Başkan adayını destekliyor; "Amerika'yı yeniden büyük yapmak" gibi milliyetçi bir sloganı alkışlıyor.[7]
ABD'nin kendisine en büyük rakibi saydığı Çin'de de karşımıza benzer bir manzara çıkıyor. Kültür Devrimi yıllarını hatırlayanlar için Çin Komünist Partisinin hayli zamandır Çin milliyetçiliğine açtığı alan oldukça manidar. Örneğin, bugün Çin hükûmeti daha önce büyük bir seferberlikle kültürel mirası tahrip edilen son Çin imparatorluk hanedanın tarihinin yazımı için 1600 akademisyeni görevlendirmiş vaziyette.[8] Çin Devlet Başkanı Xi Jinping'in Çin'in yeni dönemdeki hedefi ilan edilen "Çin Rüyası"nı, "Çin milletinin büyük yenilenişi/ihyası" şeklinde tarifi de, milliyetçi pusulanın Pekin'deki merkezî konumunu gösteren bir başka işaret.[9]
Diğer büyük güçlerin de benzer güzergâhları takip ettiklerini görüyoruz. Putin Rusya'sında milliyetçiliğin devlet politikalarına yön verme gücü hususunda herhangi bir tereddüt mevcut değil. Rus milliyetçiliğinin etnik ve daha geniş, devlet merkezli versiyonları arasındaki gerilimler zaman zaman nüksetse de Kırım'ın işgal ve ilhakı gibi gelişmeler aradaki ayrım noktalarının belirsiz hâle getirilmesine imkân veriyor.[10] Dünyanın en kalabalık demokrasisi diye anılan Hindistan'da milliyetçi BJP iktidarda ve milliyetçilik ile "milliyetçilik karşıtları" arasındaki tartışmalar, ülkenin aktüel gündeminin bir parçası.[11] Japonya'da da durum pek farklı değil. Başbakan Şinzo Abe'nin politikaları, Japon milliyetçiliğinin yeniden zuhuru olarak yorumlanıyor.[12]
Büyük güçlerin gündemlerindeki şu ya da bu yönüyle millî kimliklerle bağlantılandırılan tartışmaların yaygınlığı, milliyetçiliğin güçlenerek tarihe dönüşünün habercisi mi? Hiç şüphe yok ki, küreselleşmeciliğin simgesi "Davos Adamı" popülerliğini yitirirken yeryüzü rüzgârları müesses devletlere ait bayrakları kanatlandırıyor. Ancak, yüz yüze olduğumuz bu dalga hakkında kesin hükümler vermeden evvel bazı noktaların açıklığa kavuşturulması lazım.
Öncelikle şunu sormalıyız: Medya dilinin yahut siyasi polemiklerin "milliyetçi" diye tanımladığı örgütlenmelerin ne kadarı bu biçimde anılmak için gerekli özelliklere sahipler? Milletleri insanlık ailesinin doğal parçaları sayarken beşerî çoğulculuğu ve barış içinde bir arada yaşamayı mümkün kılacak adil bir küresel düzenin tesisini de hedeflemeyen akımları, gerçek nitelikleriyle uyumlu başka ifadelerle anmak daha yerinde olacaktır. Zira, yeni çatışmaları davet eden yabancı düşmanlığı ve ırkçılık, çizdiğimiz insani çerçeveyi benimseyen milliyetçilerin de dert edinmeleri gereken meseleler arasında yer alıyor.
Ayrıca, dünyayı sarsan söz konusu değişim dalgasının akıbetiyle ilgili muhtelif senaryolardan hangisinin berraklık kazanacağını katiyetle kestirmek için zamana ihtiyacımız var. Son olarak şu noktayı not edelim: Batılı liberal düzeni küreselleşmeci ütopyayı terke zorlayan tarihî ve sosyolojik dinamikler, ideolojik ve siyasi temsilcilerinden görece özerk bir doğaya sahipler. Bu sebeple, müesses düzenin seçkinleri, mevcut konumlarına göre daha millî bir çizgiye çekilerek yükselen tepkileri yumuşatıp iktidarlarını sürdürebilirler. Ancak böyle bir stratejinin söz konusu elitler için bedeli, rakiplerinin seslendirdikleri bir kısım talepleri kabullenmektir. Dolayısıyla her hâlükârda önümüzdeki dönemde politika tercihlerinin daha fazla millîleşmesini beklemek gerçekçi olacaktır. Bundan daha ileri varsayımlarda bulunabilmek, dönmekte olduğumuz kritik kavşağı ve bizi bekleyen muhtemel geleceği layıkıyla idrak için ise başka parametreleri de tahlil çerçevemize ekleyerek tartışmayı sürdürmemiz gerekiyor...
[1] Dünya Değerler Araştırması, online very tabanı için bkz: http://www.worldvaluessurvey.org/wvs.jsp
[2] Alina Polyakova ve Neil Fligstein, “Is European integration causing Europe to become more nationalist? Evidence from the 2007–9 financial crisis”, Journal of European Public Policy, Volume 23, Issue 1, 2016, s.63
[3] http://www.nytimes.com/interactive/2016/05/22/world/europe/europe-right-wing-austria-hungary.html
[4]http://www.bloomberg.com/news/articles/2015-04-27/obama-warns-of-anti-globalization-sentiment-in-both-parties
[5] http://www.post-gazette.com/news/politics-nation/2016/03/11/Sanders-sees-backlash-against-globalization-one-reason-for-Michigan-primary-win/stories/201603110275
[6] http://dailybail.com/home/trump-free-trade-and-globalization-are-killing-us.html
[7] https://www.washingtonpost.com/politics/trump-would-seek-to-block-money-transfers-to-force-mexico-to-fund-border-wall/2016/04/05/c0196314-fa7c-11e5-80e4-c381214de1a3_story.html
[8] Ady Van den Stock, “History and Historical Consciousness in Contemporary China: Political Confucianism, Spiritual Confucianism, and the Politics of Spirit”, Interpreting China as Regional and Global Power Nationalism and Historical Consciousness in World Politics içinde, (ed.) Bart Dessein, Palgrave, 2014, s.46
[9] http://www.xinhuanet.com/english/special/chinesedream/
[10] Rus milliyetçiliğinin güncel eğilimleri için bkz. Pål Kolstø ve Helge Blakkisrud (ed.), The New Russian Nationalism Imperialism, Ethnicity and Authoritarianism 2000–2015, Edinburgh University Press, 2016.
[11] http://m.thehindu.com/news/national/bjp-raises-pitch-on-nationalism/article8375123.ece
[12] http://www.theglobalist.com/japan-shinzo-abe-nationalism-germany/
http://turkocaklari.org.tr/sayfa/6767/krizdeki-kuresellesme-cilik-i-yeni-bir-milletler-milliyetcilikler-ve-buyuk-mucadeleler-cagi-na-dogru-mu.html