Prof. Dr. Mustafa YAĞBASAN

Anneler ve Evlatları

Prof. Dr. Mustafa YAĞBASAN

Haftaya başlarken yerel gündeme dair yazmak istiyordum. Ancak geçen hafta sonu bütçe görüşmeleri sırasında meclisteki genel kurul oturumlarını canlı yayında izledikten sonra fikrimi değiştirdim. Çünkü tarihe not düşülecek diyaloglar yaşandı ve tutanaklara geçildi. Bu oturumların akıllarda kalan en önemli karesi, İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu’ya aitti. Adalet, dirayet ve feraset sahibi olmak bu olsa gerek! Üslubunu gereksiz ve ağır bulanlar veya beğenmeyenler olabilir. Ancak müsebbiplerin gözlerinin içine baka baka toplumun bir kesiminin yaşadığı travmaları siyasi kaygı taşımaksızın haykırabilen kaç siyasetçi kaldı ki?
***
Türkiye’nin yarım asırlık kangrenidir terör. Bu illetin, bu millete verdiği maddi kayıp ortadadır ve manevi anlamdaki bedelinin telafisi mümkün değildir. Gasp olunduğu iddia edilenlerin talep edilmesi elbette lütuf değildir, haktır. Ancak anarşinin gerekçesi olarak gösterilen nedenler tedavülden kalkmışsa bunun adı artık hak değil, ihanettir. Anadil de dâhil olmak üzere ayrım yapılmaksızın devletin tüm imkânları eşit şekilde sunulmakta, hatta pozitif ayrımcılık dahi yapılmakta… Peki, dert nedir o halde? Adına ağıtlar yakılan, lanetler okunan ve marksist jargonla dillere dolanan o emperyalist baronların değirmenine su mu taşımak? “Bu ne yaman çelişki” yarabbi! 
***
Oysa az mı ortaklaştık, az mı duygudaşlık yaşadık. İhanet pazarlayan küresel tüccarlara inat yaşamaya ve yaşatmaya devam ettik; halaya birlikte kalktık, ağıtı beraber yaktık… Suçsuzluğu, zayıflığı ve çaresizliği bulduğumuz Mem-ü Zin’i hatmederek, fitneciliğin ve ikiyüzlülüğünün temsilcisi Bekir’leri defederek Eyyübi’nin ufkuna birlikte yürüdük. Ve kırk yıllık müzmin nifak cenderesinden sıyrılıp, bölünme ütopyasını hayallerimizden sildik. Şimdi ise ışıkları sönen karanlık inlere ‘kandil’ mi taşınmak istenir, yoksa yaslanılan kandil kayalarında nasır tutan sırtların sıvazlanması mı?
***
Devlete kırgın olmak belki sindirilebilir, kızgınlık ise asla! Ferasetini yitiren güçlerin ve iktidarların çoğunlukla nimeti bölüşmekten imtina ettiklerine, külfeti ise teba ayrımı yapmaksızın her kesime mütemadiyen reva gördüklerine şahitlik edilmiştir. Zulümde ise eşitliği denkleştirme adına “bir oradan, bir buradan” diyerek itina gösterilmiş, riayet edilmiş, kıyım ise paylaştırılırmıştır… Müşteki sıfatını kullananların tabiri ile ne Amed’de işkenceye maruz kalanların, ne de taş medreselerde betonda dondurulanların çığlıkları duyulmuştur! Görünen odur ki yeni devlet anlayışının muradı, sarıp sarmalamaktır. Milletin maksudu ise artık ne etnik, ne mezhep senaryolarını okumak ne de o bilindik filmleri yeniden izlemektir. 
***
“Rabbim kimseyi açlıkla, evlatla ve namusla imtihan etmesin”. Bu veciz cümlenin İslam kültürü ile mücehhez toplumların mihenginde ve merkezinde olduğu tartışmasızdır. Bilhassa genç nesiller için ehemmiyet atfedilmeyen veya değersiz bulunan ancak duçar olununca derin izler ve acılar bırakan bu tür incinmeler veya sarsıntılar esas itibariyle ders mahiyetindedir. Ateşin düştüğü yeri yakmaması için bir haykırış ve yakarıştı meclisteki o çığlık. Bir yılı aşkın süredir evlat nöbeti tutan annelerin nidasıydı… Nasiplenmesini bilenler için duygudaşlık (empati) ne ulvi bir meziyet!
***
Hayrın yanında olmadıkları, şerri yeğledikleri tescillenenlerden medet ve merhamet dilenmek nafile! “Anne” istismarcısı şer odaklarının insaf duyguları sadece cumartesi meydanlarında geçerlidir! Anadolu coğrafyasının mazlum evlatlarına sadece dua kifayet eder mi bilinmez! Oysa onlar fukaralıkla da sınanmışlardı zaten. Şimdi annelerin evlatları üzerinden namuslarıyla sınanmasına müsaade edilmemelidir. Bu bir makûs talih de değildir ayrıca. Vuslatlarının gerçekleşebilmesi için behemehâl harekete geçmeli, söküp alınmalı… 

Yazarın Diğer Yazıları