Göçebelikten yerleşik düzene geçeli asırlar oldu. Geçen süre içerisinde pek çok şehir ve yapı inşa ettik. Yapıp ettiklerimizle de tarihe not düştük; hanlar, hamamlar, medreseler, camiler, sokaklar… Somut ve gözle görülür en müstesna mirasımızdı onlar. İmar ettiğimiz ve kendimize has mimari anlayışımızla bezediğimiz evlerimizin ise bugün hala özlemini taşıyoruz. Çünkü yıktık, tahrip ettik ve en önemlisi o anlayışı, hassasiyeti ve mantığı kaybettik. Kutu tarzı beton evler, asfalt sokalar, iç içe geçmiş caddeler… Bu soğukluk ve banallık içimizi bir türlü ısıtmıyor, ısıtamıyor! İşin özü, yeniden inşa ettiklerimizle her şeyi berbat ettik!
***
Şehirlerin mimari yapısı kuşkusuz toplumların kültürlerini, sanatlarını ve ufuklarını yansıtmaktadır. Şehirler aynı zamanda toplumların kültürel hafızlarıdır da. İnsana dair acılar ve mutluluklar şehrin örülmüş veya metruk hale dönüşmüş duvarlarında gizlidir. Tarihin izini sürmek isteyenlerin durak yerlerinden biridir sokaklar, çarşılar ve evler… Daha açık bir ifade ile toplumlar, kurdukları şehirler ile medeniyetlerini de inşa etmiş olurlar aynı zamanda. Uygarlığın apaçık göstergesidir binalar, sokaklar, çarşılar… Ah, o ruhumuzu ısıtan bahçeli ve cumbalı evler… Bir daha tanışık olabilecek miyiz acaba?
***
Bir belediye binası vardı, üç beş dükkâna heba edildi! Hala içim sızlar. Değdi mi yani? Tarih adına şehir merkezinde kala kala elimizde bir PTT binası, bir de valilik binası… Şimdilerde Kapalı Çarşı ve Kazım Efendi sokağındaki tarihi mimari anlayışla avunuyoruz! Şehrin kuzeyinden geçen bir kanal vardı. Trafiğinin nefes alması adına üstü kapatılarak ana artere dönüştürüldü. Oysa barajdan aktarılacak su kaynağı ile beş kilometreye varan bir kanal boyu tasarlanabilir ve etrafında oluşturulacak yeşil alanlar ve çay bahçeleri ile insanların nefes alabileceği mekânlar yaratılabilirdi.
***
İnsanlar artık rivayetlerle şehirleri, mekânları ziyaret etmiyor! Referans olur mu bilmem ancak özel bir hava yolu şirketinin uçak biletinde şehre gelecek yabancı ziyaretçilere bir dipnotla şu önerilerde bulunuluyor: “Kömürhan’da kavurma yiyin, Urartular döneminde yapılmış Harput Kalesi’ni görün, su sporları imkânı olan Hazar Gölü’nü ziyaret edin”. Daha ziyade tarihin bize bahşettiği yerler... Yani şehir merkezinde belediye marifetiyle imar edilmiş kayda değer görebilecek mekânlar yok denilmek isteniyor. Yalan da değil! Gudubet binalar, iç karartan sokaklar, alacalı boyanmış balkonlar, leş kokan kapalı çarşılar, etrafı ticarethanelerle zapt edilmiş sözde tarihi yapılar neden ziyaret edilsin ki?
***
Eskileri yıkmasına yıktık, talan ettik de, yerine ikame ettiklerimiz ne âlemde? Eskiden ne yapı iznine, ne altyapı taahhüdüne, ne de belediyelerin müsaadesine gerek duyulurdu. Buna rağmen eski yerleşim yerlerindeki anlayışı hala zevkle ve hayranlıkla temaşa ediyoruz. Ancak ne zamanki belediyeler kamusal alanda belirmeye ve tahakküm kurmaya başladı, o vakit her şey çorbaya döndü. İmar revizyonları ile rant sağlama çabası artık rutinleşmiş durumda. Revizyona lafımız yok. Ancak daha henüz imara açılan yeni yerleşim yerlerinin yapılaşma planına bakıldığında da hala akıllanmadığımız aşikâr.
***
Depreme şükredilir mi? Yıkılanları yeniden inşa ederken bezemek için bir fırsat doğmuştu oysa! Lakin onu da beceremedik, beceremiyoruz! Üzerinden bir yıl geçmesine rağmen hala yıkım işlerini bitiremedik. Plansız, programsız şekilde aynı sokak, defaten yıkım için kapatılarak bir yaz boyu toz, duman yutuldu! Ucube evler dikilmeye devam ediliyor. Mimari anlayış mı? Allah hak getire… Toki’nin mimarları çay-kahve molasındalar mı? Deprem konutları gezilirken hangi şehirde olduğunuzu dahi fark edemezsiniz! Bir de Harput mimarisi ile inşa edildi denilmez mi? Belediyeye ve Toki’ye çığlığımdır. Ölçüsü ve nesnelliği şaibeli olan o yaşanabilir şehirler listesinde olmaya gerek yok! Bana yaşanabilecek bir şehrimi verin!