Bir zamanlar eğitim sistemimizin kadim gelenekleri vardı. Unutuldu gitti… Özellikle Türkçe veya Sosyal Bilgiler derslerinde; tartışamaya muhtaç bir konu belirlenir ve gruplar halinde sınıf ortamında öğrencilerden münazara yapmaları istenirdi. Toplumsal ve sosyal hayatın genç adayları ise yaptıkları tartışmalarla; özgüven, hitabet, analiz, tahammül ve dahi birçok yeti kazanırlardı. Şimdilerde yapılıp yapılmadığı konusu müphem. Geriye dönüp bakıldığında o nesilden ve sistemden geriye sadece kırıntıların kaldığını gözlemlemek mümkün. 1980’li yıllardan itibaren devreye giren ‘kazanma’ algısının veya gerçeğinin ortaya çıkardığı ‘test’ nesli, yarışmayı esas almaya başlayınca; özgüvensiz, tahammülsüz ve konuşma özürlü bir nesille bizleri karşı karşıya bıraktı. Son iki yıldır salgın ile yaşanan keşmekeş ise doğru gitmeyen bu sisteminin tuzu-biberi oldu denilebilir.
***
Bu süreçte gençlerin dijital ile olan sıkı ilişkisi, onların uzaktan yürütülen eğitime uyum sağlamalarına müspet yönde etki ederken, eğilimin bir bağımlılık haline dönüşmesi ise bu dimağlar açısından daha fazla tehdit oluşturmaya başladı. Dostluk, vefa ve dürüstlük gibi sosyal mecralarda bulunması mümkün olmayan hasletler unutulmaya yüz tutarken, yerine neo-liberal yaklaşım şeklinde adlandırılan sığ ve banal bir değerler manzumesinin ikame edilmesini sağladı. Bilgiye ulaşmada hız olgusunu ortadan kaldıran bilişim teknolojisi ise, kuşkusuz bilginin değersizleşmesinde başat rol oynamıştır. Taşınabilir bu araçlar, zamanın heba edilmesine zemin oluşturmuş; aile, arkadaş ve hatta sınıf ortamının sıcak ikliminin inkıtaa uğramasına sebebiyet vermiştir. Ebeveynlerinin; yokluk, mücadele, saygı veya tevekkül gibi ders niteliğindeki hikâyelerini dinleyemeyen ve tecrübelerinden mahrum kalan gençlerin hayatları da anlamsızlaşmaya başlamıştır.
***
Hadisenin vahameti genç nesil için bu minvaldeyken, eğitimciler açsından da durumun pek farklı olduğunu söylenmek mümkün görünmemektedir. Salgın süreci; teknolojinin gerisinde kalan, kendisini yenileyemeyen ve bizatihi kendileri eğitilmeye muhtaç öğretmeler açsısından tam anlamıyla kaotik bir ortam oluşturmuştur. Öğrenciyle yüz yüze gelememenin de etkisiyle ilişkiler ötelenirken, kullanımı başarılamayan bilişim teknolojisi, ekran karşısında bu öğretmenlerin adeta bir ezilme sendromu yaşamasına sebebiyet vermiştir. Bir taraftan istediği her türlü bilgiyi anlık olarak internet ortamından sağlama imkânına sahip olan öğrenciler, diğer taraftan klasik öğretmen profili… Ölçme ve değerlendirmenin kayan rotası ise cabası! Bu ahvalde yapılacak tek ve mutlak şey, yitiklerin telafisine yönelik yeni projeksiyonlar geliştirmektir. Öncelikle klasik öğretim yöntemlerini uygulama konusunda direnç gösteren eğitimcilerin sistem içinde eritilmesi elzemdir. Diğer taraftan öğrenci merkeze alan ve kabiliyeti öteleyen yeni içeriklerin tasarlanması ve yeni programlar geliştirilmesi gerekmektedir.
***
Salgının en büyük faturasını eğitilmenin muhatabı olan gençler ödemiştir ve ödemeye de devam edecek gibi görünmektedir. Konuşamayan, analitik düşünme yetisini kaybeden, kontrolsüz ve objektifliği tartışmaya muhtaç olan bilimsel bilgileri sosyal mecralardan edinen bu neslin ‘yitik’ olarak telakki edilme tehlikesi mevcudiyetini muhafaza etmektedir. Aslında salgın, eğitim sisteminin yeniden tasnifi ve revizesi için bir fırsat doğurmuştur. Değerlendirilebilirse ne âlâ, şayet konservatif bir anlayışta ısrar edilirse, sadece yılları değil; ülkümüzü ve kimliğimizi de kaybederiz. Neredeyse milliliğini yitirme riski ile karşı karşıya kalan eğitim bürokrasisinin koltuklarını işgal edenlerin behemehâl bu meseleler üzerine kafa yormaları gerekmektedir. Kısır siyasi çekişmelerden arınmış, sanatı, edebiyatı ve edebi (!) de ertelemeyen bir eğitim düzeninin ikame edilmesine yönelik çaba harcanmalıdır.
***
Bir şeyleri yeniden keşfetmeye gerek yok! Gelişmiş ülkeler ne yapıyorsa bakmak gerek… Örnek sistemleri başarıyla uygulayan Finlandiya, Almanya, Kore vs… İçinde yaşayan ve bir süre paydaş olarak bu eğitim sistemlerinde gözlemlediğim şudur ki, maneviyat ve değerler eksikliğinin de giderilmesi ile yeniden inşa edilecek bir sistematiğin başarılı olmaması mümkün değildir. Son yıllarda ülkeyi şaha kaldıran sınırlı sayıdaki gençlerle yetinilmemeli. Müktesebatı ile müsemma diyebileceğimiz daha fazla genç beyine ihtiyacımız var; maneviyatını, milletini, ülküsünü bilen gençlere muhtacız… Test ile test edilmeyen, konuşabilen, yorumlayabilen, bilimsel bilgiyle mücehhez, tahammül edebilen ve kültürel değerleri ile harmanlanan gençlerin Türkiye’yi ulaştıracakları muasır seviye hayal değildir. Gençlerimizi, ülkenin ocağına incir ağacı diken şu melun terör yapılarının kucağına yeniden bırakırsak, vebali ağır olur…
Not: Değerli okurlarım; mücbir nedenlerden ötürü kısa bir müddet yazılarıma ara vermek mecburiyetindeyim. Ancak fırsat buldukça yazmaya gayret edeceğim. Görüşmek temennisiyle…