‘Sıla-i Rahim’i oldum olası sever, ihmal etmemeye gayret ederim. Arar sorarım… Hele hatırları sorulacak olanlar müşkül durumda ise, daha bir anlamlı oluyor. Adeta ömrün sadakası mahiyetindedir. Güçlü bir hadis olduğu rivayet edilen bu davranış; “faziletlerin en üstünü, akrabalık bağlarını kesenle ilişkiyi sürdürme, vermeyene verme, kötü söz söyleyeni bağışlama” (İbn Hanbel) anlamlarını ihtiva eder. İslam coğrafyasının kadim bir eylemi olan ve teolojik camianın kahır ekseriyetinin de üzerinde mutabakata vardığı bu davranışa dair pek çok kıssa da mevcuttur.
***
Aramanın, hal hatır sormanın, yani sıla-i rahimin salt fiziki olarak gerçekleşmesi gerekmiyor kuşkusuz… Hatta bu davranışın muhatabı olanların hayatta olmalarına da gerek yok. Bu nedenledir ki mezar ziyaretleri de bu minval de değerlendirilmektedir. Ayrıca burada kast edilen sadece aile büyükleri de değildir. Üzerimizde emeği olanların, dostların veya arkadaşların da bu gurup içerisinde telakki edilmesi gerekir. Güç ve kudret bâki olunduğu sürece hatırları sorulması gerekenlerin ya fiziki olarak ziyaret edilmesi ya da teknolojik aracalar marifetiyle aranarak gönüllerinin alınması gerek...
***
Öğrenmenler günü vesilesi ile üzerimde emeği olan hocamı aradım. Titrek sesi ile defaten teşekkürlerini iletti. Ağlamaklıydı. Yalnızlığın vermiş olduğu acıya vurgu yaptı hep… “El etek çekildi, arayan soran yok! Beni ziyadesiyle mutlu ettin. Ayağın taşa değmesin” ifadesi beni ziyadesiyle duygulandırdı. Uzun süredir ihmal etmiştim. Karar verdim; bundan böyle hep arayacağım kendisini… Malum, otuz yılı aşan bir eğitimcilik hayatım var. Ne ekersen onu biçiyorsun. Özlemlerini, sağlık temennilerini ve emeklerimizi sitayişle dile getiren öğrencilerime ben de müteşekkirim.
***
Zirvedeyken arayan, soran çok oluyor. Nemalanmak isteyenlerin ikramları zehirliyor insanı. Önemli olan zirveden indiğinde, güçsüz ve takatsiz kaldığında yanında birilerinin olmasıdır! Düşüp kalkmayan bir tek rabbim. İnsanoğlu bu; bir bakarsın göklerde, bir bakarsın yerlerde! Gün olur güç kudret sahibisin, gün olur mecalsiz ve biçaresin! Bir bakarsın bir elin yağda bir elin balda, bir bakarsın diğer elin meyvesiz dalda! Gün olur etrafındakiler pervane, gün olur yalnızlıktan olursun divane! Sahi, neden böyleyiz biz? Göklerdeyken, aşağıları göremez, yağda-baldayken hikmeti bilemez, etraf kalabalıkken dostunu seçemez… Önceden idrak ede bilse keşke insan, elbet olmaz böyle…
***
Bir de derler ki; “kartallar yüksek uçar”. Hele bir yere inilsin de görelim! Kurban olayım şu atasözlerine! Hani denir ya; “düşenin dostu olmaz” diye. Tabii, zirveler rahat, şakşaklar âlâ… Yerlerde ise müzmin bir hayat, mecburi inziva ise başa bela… Zirvenin şehveti derler buna; perde iner gözlere, mühür vurulur kalplere… Oysa muhkem değildir zirveler; çığ, kar, tipi, boran… Oysa ovalar öyle mi? Asude, sıcak, bereketli… Bu nedenle hep tümseklerde gözü olmamalı insanın. Bâki olmayan doruklardan mutlak inilmek zorunda kalınıyor, irtifa kaybediliyor nihayetinde… Bu nedenle yakan, kıran ve döken olmamalı. Ah alıp, kahroluyor sonra insan…
***
Söz bize ait olmazsa da sözü sakınmak bize yakışmaz. Patenti bize de ait değil zaten. Birileri zamanında tecrübe ile sabit kılmış, noktayı koymuş. İnkâr edemem, ben de bitiyorum o darbımesellere. Mesela; “zulüm ile abat olunmaz”! Tekzip eden varsa beri gelsin? O halde varsın zirveler sizin olsun, mazlum ve mazbut hayat bize kâfidir. Ancak dinimizin ve insanlığın gereğidir; düşene destek olunmalı, hal hatır sorulmalı. Ben de tanıdıklarımı hayatlarının en az iki döneminde arar, hatırını sormaya gayret ederim. Biri zirvedeyken, diğeri düzdeyken; “oralarda havalar nasıl?”