Daha hangi acılara duçar olacağımız meçhul! Hurafe bir inanç olsa da neredeyse benim de inanasım geliyor! 2020 yılı gerek Türkiye, gerekse tüm dünya için felaketler ve acılar yılı oldu (bu yazıyı kaleme aldığımda Azerbaycan’dan gelen haber hariç). Semboller veya rakamlar totemim değil, ancak ‘yeni bir yıla girmenin yeni umutlara vesile olacağının beklentisi içerisindeyim’ dersem sanırım hata etmemiş olurum? Türkiye nazarında ise apayrı bir anlam ifade ediyor içinde bulunmuş olduğumuz yıl… Salgının yanı sıra; deprem, sel ve çığ faciaları belimizi büktü. Bununla birlikte ekonomik anlamda yaşanan buhranlar ise cabası. En az kayıp ve acıyla bu süreci atlatmak ve alışılmışa dönmek için duacıyız. Bu kışı da elbet atlatırız, ama yediğimiz ayazı unutursak yazıklar olsun bize!
***
Ömrümün en az kırık yılı kırık dökük hafızamda. Toplum olarak yarım yüzyıllık bu sürecin özellikle son beş yılında tasavvuru imkânsız menfiliklere tanıklık etmenin ezikliğini, burukluğunu ve hüznünü yaşıyorum. Ülkem ve milletim adına felaketlerle geçen ve heba olan yıllar… Sanki geçmişte Alevi-Sünni, Sağ-Sol, Laik-Anti laik veya Kürt-Türk gibi çatışmalarla genç ve dinamik bir neslin yok oluşuna ve enerjisinin törpülendiğine şahitlik etmemiş gibiyiz! Sahneye konulan bu ve benzer oyunların ve kurulan tezgâhların bertaraf edilmesinde kuşkusuz bu milletin feraseti büyük rol oynamıştır. Galip gelinmesine gelinmiştir ancak olan genç nesillere olmuştur. Kaybolan yılları geri getirmemiz artık mümkün değil. Bari geleceği teminat altına alabilsek! Tabii ki sadece dua ile değil! Peki nasıl? Elbette unutmayarak ve unutturmayarak. Sadece dua ile değil!
***
Ezcümle; duanın hikmeti ve kerameti elbette tartışılmaz. Lakin tek başına yeterli olamayacağı apaçık ortada. Çabanın ve gayretin duanın müspet yönde gerçekleşeme katsayısına doğrudan etki ettiği bilinen bir hakikat. Olumsuzluklara gark olunuyor ve toplumsal sarsıntılar yaşanıyorsa ufuksuzlukta ve gayretsizlikte aramalı sebebini. Biraz da kendimizde! Bu anlamada paçavraya çevrilen eğitim sisteminin çıktılarının yeniden sorgulanması gerek. Yalnızca bilgi yüklemenin birey olmaya kifayet etmeyeceğinin artık görülmesi gerek. Anlam ve değer yüklenilmeyen bilgi, bilgi olmadan öteye gidemiyor, diğer yarısı eksik kalıyor. Ne yazık ki talebe de, talep etmiyor. Ben piştim, oldum zannında! O halde tamama erdirmek bize düşer. Sadece dua ile değil!
***
İçinde yaşadığımız süreç daha pek çok dönüşüme gebe. Gelecek ise muamma. Ancak geçmişi de kaybedeceğiz diye endişelenmiyor değilim. Maurice Duverger’in; insan belleğinin dört yılla sınırlı olduğuna dair tespiti, zihnimi kemiriyor açıkçası… Hafızanın varlığını uzatacak bir formülünün behemehâl bulunması gerek. Teröre, emperyalist düzene, popülere, depreme vs. kurban verdiklerimizin akıllarda her daim canlı tutulmasının toplumsal yapının da diri kalmasını sağlayacağından kimsenin kuşkusu yoktur sanırım? Eğitim düzeninin sağladıklarıyla yetinmenin yeterli olamayacağının şu ana kadar anlaşılmış olması gerekirdi. Neyin eğitiminin alındığından çok, hangi zihniyetin rahle-i tedrisatından geçildiğidir önemli olan. Kavramlara anlam yüklemeli, dimağlara değer nakledilmeli… Aktarmalı ki bilinsin iyi-kötü, dost-düşman! Sadece dua ile değil!
***
Meramımız şudur: Bir ülke düşünün ki dokuz cephede cenk halinde olsun; İsrail, Mısır, İran, Irak, Suriye, Libya, Yunanistan, Ermenistan ve Akdeniz. İçerde gibi görünen ancak ümükleri sıkıldıkça dışardan her daim saldırı halinde olan PKK/PYD, DHKPC ve ASALA gibi terör örgütlerini ise zikretmeye gerek yok. Bunlar da yetmez gibi; kadim müttefikimiz ABD (!), her delikten çıkan Fransa, kılavuzu karga olan Almanya ve sinsi dost Rusya. 31 üyeden müteşekkil Avrupa Birliğini ise saymaya gerek yok! Etti mi size 16 cephe! Buna ne güç dayanır ne feraset… Ama Rab büyük. ‘Ol Deyince Olduran’, yıkılmaz dedikçe yıkılmıyor işte! Sebebi kuşkusuz; yetimin, garip-gurabanın, aksakallıların duasıdır!
***
Cellada muhabbet duymak niye? Ferman yazılmış, ilan edilmiş! Bu durumda kendi ipini kendisi çekmeli bu millet. Hoş çeklim derken, teslim olunsun imasında değiliz. Kaybolan nitelikli nesillerin yerine sadece nicelikle yetinildi. Ve akıbetleri sadece duaya havale edildi. Edildi de, eğitim ayağı eksik bırakılan öğretimden de sonuç alınamadı. Kusura bakılmasın ancak bu adeta; “saldım çayıra, Mevla’m kayıra” anlayışından öteye gidemedi. Oysa genç ve dinamik nüfusa sahip bir milletin ahfadına; dostu-düşmanı ile dâhili ve harici bedhahları belletilmeli. Mamafih tarih ve değerler eğitimi zerk edilmeli gençlere. Sadece öğretim değil, eğitim de gerekli. Tabii ki dua da!