Dücane Cündioğlu; felsefenin hakkını veren ve derinliği olan bir düşünür... Sağ gelenekten gelen biri olmasına rağmen, son zamanlardaki imaj değişikliği hayli dikkatimi çekmekte. En imrendiğim yönü ise cesurluğu. Yani bir münevverde olması gereken özellik… Doğru veya yanlış, Kur’an tercümelerine getirdiği eleştiriler İslami kesimi hayli zorlamıştı zamanında. 1980 öncesindeki eylemleri nedeniyle de hüküm giymiş ve yaklaşık 4 yıl hapiste kalmıştı. Sağ eğilimli gazetelerde uzun süre köşe yazarlığı yapmasının yanı sıra teoloji, dilbilim ve felsefe gibi alanlarda da fikir dünyamıza önemli eserler kazandırmıştır. Geçenlerde TV programcısı Gürkan Acır ile olan röportajını izledim. Oldukça keyifliydi…
***
Acır’ı bilirsiniz; sol tandanslı biridir. Meşrebine uygun olarak Cündioğlu’nu sıkıştırmaya çalışmıştı o programda. Orucun insan sağlığına verdiği (sözüm ona) zararları bilimsel referanslarla destekledikten sonra ondan bu yönde görüş alacağı zannındaydı. Aldığı tek cümlelik cevap (aslında soru) ders niteliğindeydi; “siz hiç âşık oldunuz mu?”. Aşkın, sevginin tarifi olmadığı gibi bilimselliği de olmaz demek istemişti! Bilimsellik kuşkusuz ‘mantığı’ vaaz eder. Yani aşkta mantık arayan gaflettedir. Aslında bu manada mantıksız ve gayri bilimsel olmanın da kimseye zararı dokunmaz. Yani bir bilim adamı da âşık olabilir! Bu durum, onun bilimselliğine zeval vermez.
***
Cundioğlu’nun bu röportajındaki o sözüyle kastettiği şüphesiz manevi aşktı. Allah’a duyulan aşkın tezahürü… “Lütfen mantık aramayın benden, bu hususta bilimsellik de beklemeyin” haykırışının başka bir versiyonu… Saf, bakir, duru ve tertemiz bir duygudur aşk demek istiyordu… Hani derler ya; “ne yaparsan yap, aşk ile yap” diye! Tutulan orucun bünyeye verdiği tahribatın manevi merhem ile tedavisini bir tarafa bırakırsak, bu düstur veya söylem bana; bazı siyasilerin, yöneticilerin veya kısacası devlet ricalinde bulunan bazı kimselerin aşklarını hatırlattı! Daha açık söylemek gerekirse yâdıma ‘koltuk aşkı’ olanlar düştü! Öyle bir sevdadır ki, duçar olmaya gör! Onların bu sevdasının bir benzerini bulamazsınız. Aşkı anlamak isteyenlerin onları izlemesi kâfidir!
***
Şimdi felsefeyi bir tarafa bırakalım ve bizdeki şu aşk türlerinin tebarüzüne bakalım isterseniz. Rakamları geriye doğru saymak zordur. Ancak ilin futbol takımını yönetenler ileriye doğru 1’den başlayıp maşallah 3’e kadar çok kısa sürede sayabiliyorlar. Allahtan üçten ötesi yok! Onlar da zaten üçe kadar sayabiliyorlardı. Başardılar maşallah! Takımı elbirliği ile 3. lige düşürdüler. Ama aşkları derya! “Bu şehre hizmet aşkı ile doluyuz” diyerek devam edecekler anlaşılan. Aşk bu, ne diyelim! Şimdi bu örnekten hareketle bir şehir düşünün; on yıl stadyumunu, 20 yıl sulama projelerini, depremde yıkılan konutlarını, kuzey çevre yolunu, sık sık kesilen sularını ve vesaire vesaireleri bekliyor olsun. Haklısınız, ne var bu da diyeceksiniz. Nasılsa bizde aşk ile yanıp tutuşan idarecilerimiz misliyle… Bu gün olmazsa üç vakte kadar oluyor ya nihayetinde! Onlar çalışmaya devam ede dursunlar. Bize beklemek, onlara da aşk ile çalışmak düşer! E, ne de olsa “takımınızın da, şehrinizin de sahibi benim” dememişler miydi?
***
Allı pullu idareciler kendisine bakan’lardan fırça yer, ama aşk ile göreve devam ederler. Bu ne sevda Yarabbi? Gözler yaşarıyor! Görev meftunu bunlar, bakarsınız vekil olarak bile hizmet ederler bu şehre! Kim bilir? Rabbim yüreği hizmet aşkı ile yananları görür zar! Vekillikten daha kolay ne var ki? Şayet zorda kalınırsa onlar da; “bana âşık olmasaydınız, oy vermeseydiniz” der, çıkarlar işin içinden! Şehrin eğitim seviyesi mi? Rakamlara bakıldığında yerlerde sürünmekte. Ama ehil olanlara göre işler âlâ… Hizmet alanlar ise beklentilerini hayallere havale etmek zorunda! Salgın ve deprem ile çifte kavurulmuş çereze dönen kent, yerel parklarda ve eğitim tahterevallisinde deprem alışkınlığı ile bir oyana bir bu yana ‘aşk aşk’ diyerek sallana durusun… Merkezi idarenin manivelasına umut bağlanmak en pratiği nasılsa! Peki, siz ne işe yararsınız?’ deme hadsizliğini gösterecek değiliz elbet! İnisiyatif kullanma mahrumu ve vizyonu Kömürhan’a kadar olanların; ‘Ankara, Ankara’ şarkısı ile ilan-ı aşk etmelerinden daha tabi ne olabilir ki? Gelecekte kavrulma katsayısı çiftten teke düşer mi bilinmez ama ben Ankara’nın bu makûs talihe derman olacağına dair umudumu muhafaza etmeye çalışıyorum.
***
Sözüm Cündioğlu’na; be hey kardeşim, sen de yaptın yapacağını! “Siz hiç âşık oldunuz mu?” diyerek yeni bir meşruiyet alanı açtın birilerine. O sözünün masumiyeti ve referansıyla ‘mahir’i isim zanneden gayri mahirler, her olumlu işte kerameti kendilerinden sayacaklar şimdi. Aha da yazdım buraya; aşk tutkalı ile koltuklarına yapışanlar şevk ile yapışıp kalacaklar. Çünkü onlar âşık, Ankara ise uzak! Buradan ne giderse nihayetinde o gelmekte! Tutkalın söktüğü söküklere ise bir iki sökük daha eklense bile, aşk şarkıları ile sökükler gizlenecek belli ki… Aslında suç terzilerde. Bu kumaştan elbise çıkmaz demenin ne âlemi var? Ben de bu terziler neden iş yapamaz der dururdum!