Yükü Kime Yüklemeli? - Prof. Dr. Mustafa YAĞBASAN

Yükü Kime Yüklemeli?


Türkiye’de en rahat iş köşe yazarlığıdır. Malzeme bol. İster ulusal, ister yerel… Konu bulmakta sıkıntı yaşamak mümkün değil. Hatta bazen hangi konuyu kaleme alacağınıza karar dahi vermiyorsunuz. Hızlı davranmasanız gündemi de kaçırmış olursunuz. O halde arada kaynamasın! Şu Rektörlük atamalarındaki yönteme dair bir iki kelam edelim.

Malum olduğu üzere yakın bir tarihte 16 üniversiteye Rektör ataması yapıldı. Örneğin sadece Fırat Üniversitesi için 64 adayın müracaatı söz konusuydu. Neredeyse milletvekilliği aday adaylığına eş değer bir sayı! Bir aday patlamasıdır bu! Şartları sağlayan her profesörün gönlünde yatan Rektörlük makamı, adeta ışığı görenin sahneye atılmak istediği bir podyum gibi... Eskiden öyle miydi? Öyle her şartı sağlayan, ‘ben de varım’ diyemezdi! Zira seçim sonunda ‘rezil’ olmak da vardı. Bir oy alan, bazen aday olup da oy alamayanlar dahi oluyordu! Hatta rahmetli Zeki Müren’e bile oy çıktığını hatırlıyorum! Bu yeni atama usulü ile YÖK, örneğin Fırat Üniversitesi için on kattan fazla adayı değerlendirmeye alarak daha fazla mesai yapmak durumunda kalmıştır. 

Yerdiğimden değil, ancak; kapıcıların, tesisatçıların, berberlerin dahi kendi yöneticisini seçtiği bu ortamda bilim adamalarımıza, entelektüellerimize; “sen seçme yeterliliğine haiz değilsin” demek anlamına gelen bu yöntemin uygulamaya konulmasının kuşkusuz haklı gerekçeleri vardır. Temel neden şüphesiz akademisyenlerin bizatihi kendisidir! Her ne kadar bahsini ettiğim meslek kuruluşlarının seçimlerinde sandalyelerin havada uçuştuğuna az şahitlik etmesek de Rektörlük seçimleri bu anlamda daha seviyeliydi! Olsa olsa; “biz gelirsek sen görürsün’ün türünden başka, öyle tehdide falan rastlanmamıştır diye düşünüyorum. Bu seçim yönteminin iyi tarafları da olmuştur; çoğu zaman seçim sürecinde adaylar tarafından oy devşirme amaçlı makamlar dağıtılır, sözler verilir ve oy veren akademisyen seçmenler bir süreliğine de olsa makam hayaliyle yaşarlardı. O da güzeldi, böylelikle düş gücü gelişirdi akademisyenlerin! Eee, hayal kurmayan bilim adamı olur mu hiç?

Peki, bu makamın bu kadar cazip hale gelmesinin sebebi mucibi ne ola ki? Cevabı net ve açık; ‘yetki’! Örneğin Rektörseniz akademik ve idari kadroları keyfiyetinize göre ihdas edebilir, özel şartlara göre dizayn edilmiş ilan verebilir, akademik jürileri bilimsel kriterlere göre değil ilişkilere göre oluşturabilir veya istediğinizi çeşitli yöntemlerle dışlayabilir veya ötekileştirebilirsiniz. Üstüne üstlük bir de (alanınız ve katkınız olmamakla beraber) dönerden hatırı sayılır miktarda ödül alırsınız ki, yeme de yanında yat! Sen memnun, eş-dost memnun! Daha ne olsun ki! Elbette tüm Rektörleri kast etmiyorum. Bu işi layıkıyla yapanlar tabi ki mevcuttur. Ancak bir kişi dahi olsa, bu bir sorundur ve bir çözümün veya yeni bir yöntemin bulunması icap eder. Bir önceki yazımızda maksadımızın üzüm yemek olduğunu söylemiştik. Münhasıran eleştirmek vicdansızlık olur! Çözüm de sunulmalı… Yıllardır akademiyanın içinden gelen biri olarak bu mevzuyu kendime dert edindim. Seçim dönemlerinde üniversitelerdeki kelli felli profesörlerin didişmeleri bu payeyi taşıyan biri olarak kanımı dokunuyordu. O halde gelelim önerilerimize:
Didişmelerin önüne geçilmesi açısından seçimin kaldırılması yerinde bir karardır. Ancak adayların vaatleri aday olunan üniversitenin akademik ve idari personeline adeta bir teamül yoklaması şeklinde tesadüfi örneklem (random) yolu ile sorulmalı. Atamada ise bir ölçüt olarak değerlendirilmeye alınmalı. Böylelikle ‘seçim’ sistemi de bay-pas edilmemiş olur.
Dikkat edilirse seçimle gelen Rektörlerin de vaatleri olurdu. Seçildikten sonra da vaatler ne hikmetse buharlaşırdı. Şimdi ise adayların vaatleri (projeleri) YÖK’ün yaptığı mülakatta dile gelmekte ve muhtemelen de kayıt altına alınmaktadır. İlk zamanlar; ‘yakın’, ‘orta’ ve ‘uzun’ vadeli olan bu vaatler (hatırladığım kadarıyla) YÖK tarafından yayınlanmaktaydı! Bu bağlamda Rektörlerin görev süresinin 3 (üç) yılla sınırlandırılması ve her vade için 1 (bir) yıl süre verilmesi kanaatimce daha uygun olacaktır. Örneğin ‘yakın vadeli’ projelerini gerçekleştirmeyen bir Rektörün görevine bu anlamda son verilmelidir.
Rektörlük üstün idari kabiliyet gerektiren bir makamdır. Bir akademisyen alanında üstün bir bilim adamı olabilir ancak bu vasfı onun idarecilik maharetine tekabül etmeyebilir. İş, şansa bırakılmamalı. Bu makam mümkünse on binlerce kişiyi ve milyonlarca bütçeyi idare edebilecek aynı zamanda akademik alt yapısı da olan (Vali atamalarında olduğu gibi) Mülkiyelilere devredilmeli.
Yetililerin sınırlandırıldığı Avrupa’da rica minnetle Rektör bulunmaya çalışıldığını hatırlıyorum. Yukarıda bahsettiğim yöntemler uygulamaya sokulmazsa dahi döneri kesilmiş ve yetkileri sınırlandırılmış bir makama fazla taliplinin olmayacağı kanaatindeyim. Olsa da işin ehli olanlar meydana çıkacaktır! Doğrusu şudur; Bırakalım ilahiyatçı profesörler; dini değerleri dumura uğrayanlara veya toplumsal dönüşümündeki rotasını negatife çevirenlere çözüm üretsinler. Enfeksiyon uzmanı tıpçı profesörler salgınla (pandemi), inşaatçı profesörler depreme dayanıklı binalarla, çevreci profesörler de çevre kirliliği ile ilgili alanlara kafa yorsunlar ve yeni perspektifler geliştirsinler. Onlara üstlenemeyecekleri yükü yüklemenin anlamı yok…

[email protected]

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
02Ağs

Biraz Gazetecilik İcra Edelim mi?

07Tem

Eğitim(sizliğ)İn Vebali…

23Haz

Siz Hiç Âşık Oldunuz mu?

16Haz
09Haz