(DEVAM)
YA ŞÂKİR!
Sen şükre mukabele eden, fiilî şükre fiilî karşılık verensin. Bense şükrederek, Seni övmek amacıyla, bana lütfettiğin nimeti itiraf ediyorum. Bir başka ifadeyle, Sana minnet duyuyor ve gönülden teşekkür ediyorum. Bu şükrümle, bana verdiğin emeği üzerimde göstermek, sergileyip belli etmek istiyorum. İstiyorum ki, nasıl bir Şâkir’im var herkes bilsin.
Senin bir başka ismin de Şekûr’dü. Şekûr isminle, şükretme ihtimalini dahi ödüllendirirken; Şâkir isminle, fiilen şükredene fiilen mukabele ediyorsun. Yani bir sebep ve bahane bularak illa ki bize hep vermeyi istiyorsun.
Ya Şâkir! Kerim kitabında buyuruyorsun ki; “Eğer şükrederseniz Allah size azap edip de ne yapsın? (Nisa 4:147).”
Bu mesajın, gönderdiğin Kur’an’ın en çarpıcı ve sarsıcı ayetlerinden biridir. Zira bu ayette, biz kullarına karşı şefkat ve merhametini, uçsuz bucaksız okyanuslar gibi önümüze sermektesin.
Nasıl da muhteşem bir rahmet ifadesi bu Şâkir’im? Kullarına azap etmemek için sadece iki şartı koşuyorsun: Şükretmek ve iman etmek… Üstelik ayetinde şükretmek, iman etmekten önce gelmekte... Buradan şu sonucu çıkartabiliyorum: Nimete şükür, insanı imanın kapısına getirebiliyor. Zira şükür, nimetin sahibini bilmek demektir. Bu da onu nimetin adresine götürür. Eğer insan Allah’a şükreder ve iman ederse, bu ikisi ondan azabı uzak tutar.
Demek ki, nimete fiilî şükreden kişiye Şâkir olan Allah’ın mukabelesi varmış. Bu mukabele, azabı ondan uzak tutmasıymış.
Senin her ismin bir rahmet, her ismin bir başka güzellik ve nimet kapısı... Senin ismini yazarken, okurken, tefekkür ederken, kısaca Seni tanımaya ve anlamaya çalışırken içim öyle bir sevinçle doluyor ki. Kabıma sığmıyorum. Diyorum ki; “ İyi ki dünyaya gelmişim, iyi ki Senin kulun olmuşum, iyi ki iki dünyamız var. Şükür Sana, övgü Sana Şâkir’im.
Bu yazı daha önce Sn. Prof. Dr. Orhan ASLAN'ın Sosyal medyasında (Facebook) yayınlanmıştır.
DEVAM EDECEK