Korona Günlerinde Yaşam - Recep ÖREK

Korona Günlerinde Yaşam


Nobel ödüllü yazar José  Saramago’nun “Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş” romanındaki gibi bir süreci yaşıyoruz. Roman, bir ülkede önce söylenti düzeyinde, sonra gerçeğe dönüşen olaylar silsilesini anlatır. Söz konusu ülkede, dünyada eşi görülmemiş bir olay gerçekleşir. Ölüm, o güne kadar yerine getirdiği görevinden vazgeçer ve belli bir tarihten sonra artık hiç kimse ölmeyecektir. Bir anda ülkeye yayılan bu söylenti önce sevinçle karşılansa da  çok geçmeden yerini hayal kırıklığı ve kaosa bırakır. İnsanların ölmemesi zamanın durduğu anlamına gelmemektedir, hastalıklı bir yaşam ve ezeli bir yaşlılık artık onları bekler. Hükümetten kiliseye, sağlık kurumlarından ailelere, şirketlerden mafyaya kadar herkes ölümün ortadan kalkmasının getirdiği sonuçlarla mücadele etmek zorunda kalır. Ölüm ve ölümsüzlük karşısında insanın şaşkınlığını, çelişkili tepkilerini ve ahlaki çöküşünü, edebi, toplumsal ve felsefi anlamda derinlikli bir biçimde işleyen usta yazar José Saramago’nun eseri bu korona günlerinde aklıma gelen ilk kitaptır. İkinci kitap ise yazının başlığına mülhem olan  Gabriel Garcia Marquz’in  “Kolera Günlerinde Aşk “ adlı romanıdır.

Özellikle Saragamo’nun romanı bizim yaşadığımız sürece daha çok benziyor. Önce, hiç kimsenin inanmadığı ya da farklı yorumladığı daha sonra gerçekler ortaya çıkınca herkeste bir panik havasının oluştuğu, hatta komşu ülkelerle savaşa götürecek kadar ileri boyutlara varan “ölümün olmaması” bugün yaşadığımız korona günlerine daha çok benziyor. Ancak  “Ölüm bir varmış bir yokmuş” romanındaki olaylar, lokal-sadece bir ülkede- vuku bulurken korona; küresel çapta bir salgına dönüşmüş durumda.

Korona,  Çin’in Vuhan kentinde ortaya çıkıyor. Önceleri hastalığı uzaktan izleyerek ve hiçbir zaman buralara kadar gelmeyeceği düşüncesi hâkimdi, dünyanın geri kalanı için. Bir süre sonra Avrupa’ya sıçraması ve sonradan tüm dünyayı etkisi altına alması yeni bir başlangıcın işaretlerini çoktan vermişti. Teknolojisine güvenen, Mars’ta yaşam arayışlarını sürdüren ve yapay zekâ ile her şeyi çözmeye çalışan sözde gelişmiş ülkeler şimdi bu virüsle baş edememektedirler. Havadaki füzeyi teknoloji ile havada yakalayıp imha eden hiper teknoloji virüse yenik düşmüş gibi görünüyor. İlaç üretme, aşı bulma çalışmaları için yoğun bir şekilde çalışmaya devam edilip bu salgın hastalığa çözüm bulmaya çalışıyorlar. İnsanlara telkin ettikleri tek şey ise sosyal mesafe ve izolasyon. Doğal olarak yeni bir çözüm bulununcaya kadar en mantıklı çözüm gibi görünüyor.

Kısa veya orta vadede bir çözüm bulunacağına inanıyorum. Ancak artık hayatımız bundan sonra eskisi gibi olmayacak ve olmamalıdır da. Hayata, şimdiye kadar baktığımız yerden artık bakmamız gerektiğini düşünenlerdenim. İnsanlar, devletler, kurumlar kısacası herkes kendini yeniden sorgulamalı. Bu sorgulamanın hayatımızı olumlu değiştireceğini düşünüyorum. Konformist bir hayat yaşayan, Ortadoğuda, Afrika’da ve dünyanın birçok dezavantajlı bölgelerindeki sorunlara çözüm bulmaktan ziyade, birbirine güç gösterisi yapan ülkeler şimdi yeterli tıbbi malzeme bulamamanın sıkıntısını yaşıyorlar. Servetlerini insanlık dışı teknolojilere, savaş ekipmanlarına, doğa katliamına, kimyasal bazlı yiyecek-içecek üretmeye ve tüketim çılgınlığına boğdukları dünya;  artık onları yok sayıyor. İnsani duygulardan uzak, egoist, kibirli ve her insanı bir tüketim objesi gören ülkeler ve o ülkelerin dev şirketlerinin sahipleri mikrobik bir virüsün “emri altına girip”  evin balkonuna çıkmaktan bile imtina ediyorlar.

Herkesin rekabet içinde yaşadığı dünyada, yaşam tarzının markalara endekslendiği, şatafat, tepeden bakma, kendisini ekonomik veya sosyal aktivitesi yüksek bir oluşuma kabul ettirme, çılgınlık derecesinde abartılı bir hayat tarzının dayatıldığı bir yaşam tarzına kendi gücümüz ölçüsünde hepimiz bulaştık. Zaten bu yazının amacı kimseyi suçlamak değildir. “Hepimiz oradaydık kendi ölçümüzde…”

Bu salgın hastalığa elbet bir çözüm bulunacaktır ya da virüs yorulup(!) dünyayı terk edecektir. Geriye kalan dünyanın eski dünya olmayacağı gerçeğini kimse yadsıyamaz. Yaşam paradigmaları olumlu yönde çeşitlenecek, insani duygular ön plana çıkacak, küresel düzeyde dünya insani yanı ile daha güçlenecek, ulus devletler kendi üretim mekanizmalarını yeniden gözden geçirecek, sınıfsal katmanlar arasındaki bağlar zayıflayacak, ortak değerler güçlenecek, doğaya saygı artacak, kimyasalların kullanımı azalacak, küçük şeylerle yetinme anlayışı artacak, geleceğe dair hedefler dizginlenecek, büyümeye dair maddi verilerin artmasının çok anlamlı olmadığı düşünülecek, dini ve ahlaki anlayışlar olumlu yönde değişecek, bireyselleşme azalacak, yardımlaşma sivil toplum kuruluşlarıyla değil, bireysel ve lokal bazda artacak, teknolojinin yeni versiyonları fazla anlam ifade etmeyecek, hayata doyum zirvelerde aranmayacak, egolar azalacak, işbirliği artacak, mevkiler ve makamların önemi azalacak, işini doğru yapanlar toplumda daha çok kabul görecek, ideolojiler bir süre dinlenecek, insanlar mutlu olmanın daha basit yollarını arayacak, kapitalizm kendini sorgulayacak, insana saygı artacak ve herkes hayatını yeniden tanzim edip yeni sağlıklı bir faza geçmenin yollarını arayacak…

Eğer bunlar olmazsa ne olacak?  Hayat eskisinden daha çekilmez olacak, insan hayatı sadece biyolojik bir varlığa dönüşecek, insanlar beklenmedik sorunlarla daha çok karşılaşacak ve benim tasavvur edemediğim bir sürü sorun...  Diğerlerini de;  bilim insanları, düşünce üretenler kuruluşlar, ideoloji üretenler ve fütüristler düşünsün!

[email protected]

YAZIYI PAYLAŞ!

Yorumlar / 1

  • Mehmet balıca | 06 Nisan 2020 21:29

    Çok doğru tespitler yazarın görüşlerine tamamen katılıyorum inşaallah virüsten sonraki hayat yazarımızın temennisi gibi olur eline sağlık fikrine sağlık

YAZARIN SON 5 YAZISI
19Nis

KÜTÜPHANEM DAĞILIRKEN

28Şub
21Şub

5 Milyon Kişi Neden Yalnız?

02Şub

Bir Gecede Kaybedilen Yarınlar

10Ara

PISA Neden Önemli?