Recep ÖREK

KÜTÜPHANEM DAĞILIRKEN

Recep ÖREK

Okuma-yazma dünyamın oluşturmasına vesile olan ve hayatıma yön verecek kitaplarla ilk buluşmamın üzerinden uzun yıllar geçti. Bir köy evinin kerpiçlerden eksiltilmiş gömme dolabında üç beş kitapla başlayan kitaplarla ilgili serüvenim yavaş yavaş kendi doğasında şekilleniyordu. Bir süre günlük gazete ve dergileri sıkı takip etmemle kesintiye uğrayan kitap okuma alışkanlığım üniversite yıllarında ivme kazandı. Tabii, geç başlanmış bir okumayla ne kadar mesafe kat edebilirdim ki...! Biraz yol alabilmek için o zamanlar moda olan kişisel gelişim kitaplarına yöneldim. Sonra yüzeysel tarih okumaları ve bestseller popüler kitaplar... Bir gün bunlardan sıkıldığımı hissettim. "Bu dünyanın" magması olan klasik eserleri okumaya başlayınca okumanın tadına doyasıya vardım. Gökkuşağının tüm renklerini artık bir arada görebiliyordum. 

Rus edebiyatından, Avrupa edebiyatına, oradan da Amerika edebiyatına çabuk geçtim. Klasikler arasında seçimler yaparken bir gün bir mucize gerçekleşti! Latin Amerika'nın And dağlarının kıyısına konumlanmış plantasyonların uçsuz bucaksız ve yemyeşil ovalarında "bir asırlık yalnızlıkla" tanıştım. Geçmişte okuduklarımın kalbine yerleşen roman tüm ruh haletimi alt üst etti. Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık adlı romanı beni edebiyatın mutlu dünyasıyla buluşturdu. Epeyce Güney Amerika'nın edebiyat dünyasında dolaştım. Anadolu kültürünün kodlarını bu kıtada konumlandığını düşündüm. Marquezle başlayıp, Carlos Fuentes, Galeano, Borges, Cortazar ve Vargas Llosa gibi yazarların kalemlerinden süzülen yazmanın inceliklerini öğrenme zevkine ulaştım. Sonra Türk yazarlardan Japonya’ya, oradan Afrika'ya ve İran edebiyatının derinliklerinde uzun süre gezindim.

Zamanla aldığım kitapların sayısı artıyordu. Küçük kütüphanemi büyütüp kitapları konularına göre ayırıp dizdim. Böylece yazın dünyasında kendime göre bir kütüphane oluşturmanın heyecanını yaşadım. Ancak bu birliktelik tüm mutlu aşklar gibi uzun sürmedi. 6 Şubat 2023' teki deprem benim kitaplığımı epeyce dağıttı. Kitaplığın yaslandığı duvarlarda oluşan derin çatlaklar ve bir kısmı yere dökülen kitaplar masumca kurtarılmayı bekliyordu. Biz evi terk ederken kitaplar bir bedel öder gibi bu makûs zamanın bitmesini bekliyorlardı. Biraz zaman geçtikten sonra eve girme cesaretini gösterip kitaplığa girdiğimde dakikalarca bakıştık. Kaderine razı olmanın vermiş olduğu rahatlıkla ne yapacağımıza karar vermenin arifesinde, hangilerini kurtarsam mı diye düşünürken kendimi buldum. Hepsinin ayrı bir değeri ve saygınlığı vardı. Ben tüm bunları düşünürken köşeye saklanmış olan Suç ve Ceza kitabındaki baltalı Raskolnikov'u Dostoyevski zor tutuyordu. Her nedense beni öncellikle kurtar havasındaydı. Korku ve heyecan arasında hiçbirini ayırmadan alelacele çuvallara doldurup üçüncü kattan aşağı atmaya başladım. Evde kurtarılması gereken önceliklilerdendi kitaplar benim için. Telaşla yarısını böylece kurtardım. Sonraki zamanlarda deprem korkusu azalınca geri kalanını da paketleyip hayat bizi nereye götürürse beraber gideriz deyip korunaklı bir yere bıraktım. Böylece yıllardır paylaştığımız ortak alandan uzaklaşan ve karton kolilere hapsedilmiş kitapların bundan sonra yeni serüveni başlıyordu.

Sıkıntılı zamanların erken bitmesini bekleriz. Mutlu anların da uzun sürmesini... Ancak hayat böyle değildir. Çoğu zaman yer değiştirir, süreler tersine döner. İşte kitaplarımın da talihi bunun gibi pek iyi gitmedi. Bir sabah uzun bir yolculuktan sonra Ankara'ya gelmişlerdi. Artık onlar Ankara' da ikamet edecekti. Fakat bir sorun vardı. Evin küçük olmasından dolayı kitap kolileri bir odada eşyaların arasında uzun bir istirahate çekilmek zorunda kaldılar. Sonra yavaş yavaş okumadıklarımın bir kısmını ayırıp küçük bir rafa yerleştirdim. Diğerleri arka odada öylece bekliyor. Raskolnikov ne yapıyor sorarsanız, o da yeni şartlara uyum sağlamış durumda. Kaderini beklercesine başını baltasının sapı üzerine koyup öylece uyuyor…!
 

Yazarın Diğer Yazıları