Recep ÖREK

SIRADAN BİR BAKIŞ AÇISI

Recep ÖREK

 Her şey teknolojinin dönüştürücü gücü ile başladı. Bilimsel araştırmalar, insanlar için daha konformist bir hayat sunmanın arayışının en önemli ayağıydı. İnsanoğlu aklını kullanarak uçak, araba, bilgisayar, cep telefonu, robot vs. yaptı. Bir gün insan aklının yaptığı şeyler yetmemiş olacak ki akıl(~zekâ) üretmeye başladı. Programlar, algoritmalar ve diğer sanal ağlarla başlayan bu süreç yıllar sonra yapay zekâyı geliştirdi. Artık elektronik aygıtlar bizim yerimize düşünecek ve her şeyi onlar yapacak duruma geldi/ geliyor.

Tamam, güzel de..! Ben ne olacağım sorusu sorulmaya başlandı. Yani emekçi, yani teknik eleman, yani imalatçı ve daha birçok meslek sahibi. Sizin yerine düşünen, karar veren ve istediğiniz birçok şeyi yapan dijital bir dünya var artık. İnsanlarda henüz tedirginlik başlamasa da bu konuda yazılıp çizilenler pek masum değil. Basında şu meslekler bitecek gibisinden her gün yeni haberlerle karşılaşıyoruz. En son IMF ve Goldman Sachs bu konuda bir rapor yayınladı. IMF’ye göre son 10 yılda gelişmiş ülkelerde, ekonomide işlerin yüzde 60'ı yapay zekâdan etkilenebilir. Goldman Sachs ise on yılda yıllık küresel GSYİH' de(Gayri safi yurt içi hasıla) 7 trilyon dolarlık bir artış sağlanabilir. Yani üretim artacak, maliyetler düşecek ve insan faktörü asgari düzeye inecek.

Peki, bunlar güzel gelişmeler değil mi? Bir bakıma iyi, bir bakıma kötü. İnsan faktörünün azaldığı bir dünyada sosyal ilişkiler, psikoloji ve hayatın amaçlarını da yeniden tanzim edileceği ya da yeni bir sürece everileceği aşikâr. Bunun doğal sonuçları mutlaka olacaktır. Özellikle gelişmemiş ülkeler olumsuz yönden daha çok etkilenecektir.
Bir de insanların korktuğu başına gelebilir mi? Robotlar greve gidebilir mi? Şartlarının iyileştirmesi konusunda bir sendika kurarlar mı? gibi ütopik sorular aklımızı kurcalayabilir! Ya bir gün güçlü bir virüs devreye girip bu mekanizmayı tersine çevirip bütün sistemi bozarsa sorumlusu kim olacak ya da işler nasıl yürüyecek. Başka bir sorun; sanayi devriminin ilk zamanlarında olduğu gibi işsizlik artarsa insanlar ne yapacak.(Charles Dickens’in Zor Zamanlar romanı o günleri anlatır) Ayrıca sosyal bir varlık olan insanlar hiç kimseye ihtiyaç duymadan her şeyi teknoloji ve yapay zekâ ile çözerse gibi endişeler sanırım birçok insanın kafasına takılan sorulardır.

Günümüzde bile ilişkilerimiz oldukça zayıfladı. Herkeste kredi kartı, borç alıp vermek yok, mahalle bakkalındaki veresiye defteri yok, komşuluk ilişkileri yok, her evde araba, toplu taşıma ile seyahat edenler az ve binenler de ya tabana ya da tavana bakıyor iki kelime konuşmasın biriyle. Misafirlikler ise o da çok azalmış olacak ki evlerde misafir( salon) odaları çok rağbet görmüyor. Misafirlikte ya TV dizisi izleniyor ya da cep telefonu ile ilgileniliyor. İnsanlar artık birbirine daha çok mesafeli.

Çocuklar enerjilerini tüketemiyor,  çünkü pek dışarı çıkmıyorlar. Odalarında teknolojiye esir düşmüşler. Ebeveynler ise gündüz kuşağındaki absürt programları izliyor. Sosyal medyada herkes boy gösteriyor. Bir arayış dünyasındayız. Memnuniyet, çok kısa sürede olup biten bir kavram haline geldi. Hiçbir şey stabil değil. Değişim, dönüşüm, versiyon gibi kavramlar hayatımızı alt üst etti. Bunalımlar, diyetler, ilişki ağlarının muhtevası ve yalnızlık artıyor. Kazanma ve sahip olma hırsı gittikçe farklı bir hal alıyor. Kültürel kodlar değişiyor, gelenekler bitiyor, insan ilişkileri maddiyat sarmalında bitkisel bir hayat yaşıyor. Toplum öfkeli, çocuklar neşesiz, 60-70 yılda sahip olacaklarına 30’lu yaşlarda sahip oluyor ve geri kalan hayat yanlışlarla dolu devam ediyor. Mutsuzluk ve memnuniyetsizlik artıyor. Ve daha neler neler...

Dünya nereye gidiyor, küresel ısınma, savaşlar ve huzursuzluklar artıyor. Vicdanlar tatilde, teknoloji her yerde, kimyasallar hep yanı başımızda ve daha onlarca sorun. Neresinden bakarsak bakalım olup bitenler karmakarışık…
 
 

Yazarın Diğer Yazıları