Günümüz toplumunda, dış görünüşün ve imajın ön planda olduğu bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlar, kendilerini toplum içinde kabul ettirebilmek, saygı görmek ve takdir edilmek için dışlarını iyilikle süslemeye çalışıyorlar. Sosyal medyada paylaşılan İyilik hikayeleri ,Elinde Bir kilo Mamayla sokak hayvanlarını besleme görüntüleri, çevreye duyarlılık gösteren tavırlar... Her fırsatta Çocuklarını ve Eşlerini öne sürerek Aile babası imajı Tüm bunlar, dışarıdan bakıldığında o kişiyi birer "iyi insan" olarak tanımlamamıza neden olabilir. Ancak, bu dış görünüşün altında neyin yattığını sorgulamak gerekir.
Bu kişiler, görünürde toplumun değer verdiği tüm erdemleri kucaklamış gibi görünseler de, iç dünyalarında bambaşka bir gerçeklik barındırabilirler. İçlerinde adeta bir "lağım" akar; bu lağım, bencillik, ikiyüzlülük, çıkarcılık, kibir ve hatta kötülüğün en karanlık yanlarını içinde barındırır. Dışarıya verdikleri mesaj ne kadar pozitif olursa olsun, bu insanların gerçek yüzlerini ancak yakından tanıyanlar fark edebilir.
Bu tür insanlar, toplumun beklentilerini karşılamak ve belirli bir statüyü korumak amacıyla dış görünüşlerini iyilikle süslerler. Ancak, içsel değerleri ile dışsal imajları arasında ciddi bir uçurum vardır. Bu, aslında bireyin kendi içsel çatışmasının bir yansımasıdır. Kişi, içindeki karanlığı kabullenmek yerine, onu bastırarak dışa farklı bir yüz gösterir. Ne var ki, bu durum uzun vadede sürdürülemez. İnsanın içindeki lağım, er ya da geç taşar ve gerçek yüzü ortaya çıkar.
Bu ikiyüzlülüğün toplum üzerindeki etkisi ise oldukça yıkıcıdır. İnsanlar, böyle kişilere güvendiklerinde ve onların maskeleri düştüğünde büyük bir hayal kırıklığı yaşarlar. Bu hayal kırıklığı, zamanla toplumsal güvenin zedelenmesine, insanların birbirine olan inancının sarsılmasına yol açar. Dahası, böylesi kişiler örnek alındığında, iyilik kavramı bile içi boş bir gösterişe dönüşür.
Toplum olarak, sadece dış görünüşe ya da yüzeydeki iyi niyet gösterilerine odaklanmak yerine, bireylerin iç dünyalarına, gerçek motivasyonlarına ve en önemlisi samimiyetlerine daha fazla önem vermeliyiz. Aksi takdirde, dışı süslü ama içi çürük olan bu insanlar, toplumsal değerlerimizi aşındırmaya devam edeceklerdir. Gerçek iyilik, sadece dışsal bir süs değil, içsel bir bütünlük ve samimiyet gerektirir.
Netice olarak bu gibi dışını iyilikle süsleyen ama içinde lağım akan insanları tanımak ve onların gerçek yüzlerini ortaya çıkarmak, hem bireysel hem de toplumsal olarak bir sorumluluktur. Bu sayede, gerçek iyiliğin ve samimiyetin değer gördüğü, sağlam temellere dayanan bir toplum inşa edebiliriz.