Günümüzde, modern yaşamın hızla ilerleyen ritmi, bireyleri sert ve acımasız bir dünyaya uyum sağlamaya zorluyor. Başarıya ulaşmak, güçlü olmak ve rasyonel davranmak, modern toplumun dayattığı en temel değerler haline gelmiş durumda. Ancak bu değerler, insanın içsel dünyasını yok sayarak, onu derin bir duygusal boşluğa sürükleyebilir. Bu yazımda, içimizdeki çocuğun ölümü ve duygularımızın şeytanlaştırılması sürecinin, insanın en saf, temiz ve günahsız benliğini nasıl yok ettiğini ele almaya çalışacağım.
İçimizdeki Çocuğun Anlamı
İçimizdeki çocuk, insanın en saf, masum ve yaratıcı yönlerini simgeler. Bu çocuk, hayatın tüm karmaşıklığına ve zorluklarına rağmen, insanın içindeki safiyeti ve yaşam sevincini korur. Çocukluk, insanın en meraklı, öğrenmeye açık ve yaratıcı olduğu dönemdir. Bu dönemde, insanlar dünyayı keşfeder, sınırlarını zorlar ve hayal kurar. Ancak yetişkinlik sürecine girildiğinde, bu çocuğun susturulması gerektiği öğretilir. “Olgun” olmanın bir gereği olarak, duyguların bastırılması ve daha “rasyonel” davranışlar sergilenmesi gerektiği vurgulanır.
Duyguların Şeytanlaştırılması
Modern toplum, duyguları genellikle zayıflık olarak görür ve bireyleri duygularını bastırmaya teşvik eder. Bu durum, bireylerin kendi duygularıyla olan bağını kopararak, içsel bir boşluk yaratır. Duygularını bastıran bireyler, zamanla bu duyguların aslında onların kimliğinin bir parçası olduğunu unutur. Bastırılan duygular, zamanla bireyin ruhunda karanlık bir gölgeye dönüşür ve bu gölge, insanın kendi benliğine yabancılaşmasına yol açar.
Sosyal medya ve kültürel normlar, bireyleri “mükemmel” bir hayat sergilemeye zorlar. Herkesin mutlu, başarılı ve güçlü olduğu bir dünya yaratılır. Ancak bu dünya, gerçekte var olmayan bir yanılsamadan ibarettir. Gerçek duyguların bu kadar göz ardı edilmesi, insanların içsel dünyasında derin bir çatışmaya neden olur. Duygularını bastıran bireyler, zamanla bu duyguların varlığını bile unutabilir ve sonunda içsel çocuklarını tamamen kaybedebilirler.
Saf Benliğin Yitirilmesi
İçimizdeki çocuğun ölümü, sadece bir parçayı değil, bütün bir benliği kaybetmek anlamına gelir. Saf benliğin kaybı, bireyin kendine olan inancını ve yaşamdan aldığı tatmini de yok eder. İçsel çocuk ölürse, onunla birlikte saf, temiz ve günahsız bütün benliğimiz de ölür. Bu, insanın derin bir içsel boşluğa düşmesine, kendine yabancılaşmasına ve anlam arayışına girmesine yol açar. Bu süreç, bireylerde ruhsal çöküşlere, depresyon ve anksiyete gibi sorunlara kapı aralar. İçsel saflığın yitirilmesi, insanı daha katı, duygusuz ve empatiden yoksun bir hale getirir. Toplum, duygusal olarak soğuk ve mesafeli bireylerden oluşan bir yapıya bürünür. Bu, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde derin bir krize yol açar.
İç Çocuğu Canlı Tutmak: Bir Gereklilik
İçimizdeki çocuğu canlı tutmak, insanın içsel huzurunu ve mutluluğunu koruması için hayati önemdedir. İçsel saflığın korunması, insanın hayatla olan bağını güçlü tutar ve daha dolu bir yaşam sürmesine yardımcı olur. Duyguların kabul edilmesi ve içsel çocuğun korunması, bireyin kendine karşı daha merhametli ve anlayışlı olmasını sağlar.
İç çocuğumuzu yaşatmak, modern dünyanın sert ve duygusuz taleplerine karşı bir direniş biçimidir. Bu direniş, insanın öz benliğini korumasını ve hayatın anlamını yeniden bulmasını sağlar. Bu nedenle, içsel çocuğumuzu öldürmemeli, aksine onu yaşatmak için çaba göstermeliyiz. Duygularımızı şeytanlaştırmak yerine, onları kucaklamalı ve yaşamın bir parçası olarak kabul etmeliyiz.
El Cümle;
İçimizdeki çocuğu öldürmek ve duygularımızı şeytanlaştırmak, bizi biz yapan temel unsurları yitirmemize neden olur. Modern toplumun dayattığı kalıplara direnmek ve içsel saflığı korumak, bireyin ruhsal sağlığını ve yaşamdan aldığı zevki artıracaktır. İçsel çocuğumuzu yaşatmak, daha anlamlı ve dolu bir yaşamın kilidi ve anahtarıdır.