Bir gün peygamberimiz ashabıyla bir yerde otururlarken, onu merak eden fakat onunla daha önce rube rub, yüz yüze hiç görüşmemiş birisi, biraz da hışımla gelir. Şöyle bir meclise bakar. ‘Muhammed hanginiz’ der. Oturma düzenlerinde kılık kıyafetlerinde her şey o kadar müsavi, eşit, bir o kadar mütevazı bir haldedir ki, dışarıdan gelen birisi peygamberin kim olduğunu bilemez, ayırt edemez.(1)
‘Muhammed hanginiz’ sorusu adeta İslami duruşun özeti, özetin de özetidir. Hiçbir imtiyaz, farklılık, şimdilerin moda deyimi ile farkındalık yoktur. Ümmeti içinde kaybolma, beşeriyet ciheti ile adeta erime, Kur’an lisanı ile; ‘ben de sizin gibi bir insanım...’ (2) deme söz konusudur.
Ya şimdi?
Bağlılarının Allah rızası için verdikleri zekât ve sadakalardan oluşan ümmete ait milyarlık serveti paylaşamamak için, sanki düşman cepheler gibi kavga edenleri mi dersiniz.
Milyarlık villalarında altın kaplama koltuklarda oturan, koruma ordusu eşliğinde son model makam araçları ile seyahat eden holding sahiplerini mi dersiniz?
Müritlerine tevazuu ve mahviyeti; ‘bir hırka bir lokma’ ya da ‘açlıktan karnına taş bağlayan Nebi’ metaforu ile peygamberi anlatırken kendi çocuklarına beş yıldızlı otellerde milyarlık düğün yapanları mı dersiniz?
Bazı tarikatlardaki bu devasa servet ve mal-mülk kavgalarını gördükçe üstad Bediüzzaman’ın istiğna düsturunu bir kez daha okuma gereği duydum.
Öyle bir düstur ki Musa Anter gibi seküler bir Kürt milliyetçisine bile aşağıdaki cümleleri söyletmişti;
“Saidi Kurdi'nin vefatından sonra terekesi tespit edilmiş, bıraktığı tüm maddi miras şunlarmış; bir kamış sepet içinde iki mendil, bir çift çorap, iki don, iki fanila, kendisine mahsus bir entari, bir bez içinde bağlı yedi buçuk lira, bir seccade ve bir de ibrik.
Doğu'daki ve Batı'daki tamahkâr din adamları bu halis Kürt filozofundan bari bir şeyler öğrenip Karun gibi olmamaları gerektiğini anlasalar...” (3)
Bilindiği gibi Bediüzzaman, nedenlerini bilmeyenlerin ; ‘sünneti terk ediyor’ tenkitlerine sebep olsa da hediye kabul etmezdi. Nedenini ve değerini bugün daha iyi anladığımız bu adet ona mahsus bir içtihattı adeta.
• Bu asırda “dini kendilerine maişet temini aracı yapanları fiilen tekzip lazımdır” diyerek hediye almıyordu.
• “Benim mükâfâtımı vermek ancak Allah’a aittir.” (4) sözünü tekrarlayan peygamberlere iktidaen almıyordu.
• “…Şu zamanın insanları hırs ve tama’ yüzünden küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar...”
“Hem âhirete müteveccih a’male mukabil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir..” diyerek almıyordu.
“Hem bende bir tevahhuş var; herkesi, her vakit kabul edemiyorum. Halkın hediyesini kabul etmek, onların hatırını sayıp istemediğim vakitte onları kabul etmek lâzım geliyor, o da hoşuma gitmiyor..” diyerek hediye kabul etmiyordu.
Bu sebeple yakın akrabaları dâhil, kimseden minnet almazdı.(5)
” Dünyada hiçbir şeye minnet etme,
Özgürlüğünü ancak bu şekilde koruyabilirsin...” diyen İmamı Ali’yi rehber almıştı.
“Bugün hediye alan yarın emir de alır” demişti, ecdadı Kanuni sultan
Ayrıca burada bazen göz ardı edilen daha büyük bir incelik vardı.
Ve istiğna sebebimin en mühimmi, mezhebimizce en muteber olan İbn-i Hacer diyor ki: “Salahat niyetiyle sana verilen bir şeyi, salih olmazsan kabul etmek haramdır.”
İşte şu zamanın insanları hırs ve tama’ yüzünden küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi günahkâr bir bîçareyi, salih veya veli tasavvur ederek sonra bir ekmek veriyorlar. Eğer hâşâ ben kendimi salih bilsem o alâmet-i gururdur, salahatin ademine (yokluğuna) delildir. Eğer kendimi salih bilmezsem, o malı kabul etmek caiz değildir..” (6)
Evet, bütün tarikatlare, cemaatlere, cemaat liderlerine yazının başındaki soruya muhatap olabilecek müsaviliğe ne kadar sahipsiniz? Ve ne kadar O’na (a.s) benziyorsunuz? Diye sormak lazım.
Hemen herkesin imtiyaz istediği/beklediği bu çağda sade ve sıradan olabilmek kolay değil!
Aslında çağın en yakıcı sorularından biri olan;
Türkiye’de 90 bin cami, (90 bini imam hatip, 146 bin DİB personeli) , 4500 İHL ve 113 ilahiyat fakültemiz, bir o kadar dini yayın yapan resmi, özel radyo, tv ve internet sitesi, cumhuriyet tarihinde olmadığı kadar dini özgürlük olduğu halde; neden sözlerimizin tesiri yok, neden gençler ateizme, deizme ve hedonizme kayıyorlar?
Bu suallerin cevabı adına ciltler dolusu kitaplar yazılabilir. Fakat özetin özeti, baştaki sorunun sorulacağı kadar sade ve mütevazı yaşıyor muyuz?
Bu sualin sorulduğu Nebiye ne kadar benziyor hayatımız?
O kutlu Nebiye benzeyeceğimiz güne kadar sıkıntılarımız devam edecek,
Rabbim sözde değil özde benzeyecek günleri fazla uzak eylemesin.
…………
(1) Hadisenin devamı ile ilgili hadis kaynaklarımızda farklı rivayetler bulunsa da buraya kadarki diyalog hemen hepsinde aynıdır. Konunun detayı için Bkz. Buhari, Kitabu’l İlim, 57; Kütübü Sitte, Hadis NO:5391; Acluni, Keşfü’l Hafa,2/463
(2) Fussilet, 41/6
(3) Musa Anter, Hatıralarım, Aram Yay. 2011, İst.
(4) Yunus, 10:72; Hûd, 11:29; Sebe, 34:47
(5) “…küçüklüğünde, daha on yaşında iken amcasının çorbasını içmezdi, minnet altına girmezdi…” Emirdağ, 365
(6) Mektubat, İkinci mektup, 14