Ramazan ayı perşembe akşamı eda ettiğimiz ilk teravihle başladı.
Bu sene Ramazan ayına son yüzyılın, belki de insanlık tarihinin bir benzerine tanık olmadığı küresel bir afetle evlerimizde girdik.
Salgın nedeniyle;
Camilerde teravih namazı yok!
Sahurda davulcular yok!
Çadırda iftar yok!
Sokak iftarları yok!
Akraba, eş, dostların katıldığı toplu davetler yok!
Kimi zaman festivale dönüştürdüğümüz direkler arası Ramazan eğlenceleri yok!
Ve çoğu kez içlerinde bir tane garibanın olmadığı beş yıldızlı otellerdeki ultra zengin menülü iftarlar yok!
Hayat adına bildiğimiz bütün ezberler bozuldu;
Yollar tenha.
Cadde ve sokaklar bomboş…
Görüşmek yok!
Tokalaşmak yok!
En sevdiklerimizle bile sıradan bir eylem olarak gördüğümüz sarılmak yok!
Kafelerde, restauranlarda buluşmalar, tatil planları, otellerde konaklamalar, birlikte seyahatler, dost meclisleri, kutlamalar, toplantılar, açılışlar, konferanslar artık yok!
…..
Kuran-ı Kerim: “Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizle yaptıklarınızın sonucudur; üstelik Allah günahlarınızın birçoğunu da bağışlar.” (Şura 30) diye buyurur.
Bediüzzaman, bu ayetin tefsiri sadedinde: “Musibet, cinayetin neticesi, mükafatın mukaddimesidir.” der.
Acaba bizler hangi fiillerimizle kadere fetva verdirdik de böyle büyük bir musibete maruz kaldık dersiniz?
Kanaatim odur ki can yakan bu sorunun cevabını düşünmek için tam da zamanında yetişti Ramazan.
Sorunun yüzlerce cevabı var. Bunlardan sadece Ramazan ayı bağlamında yaptıklarımızı hatırlayacak olursak;
1-Sadece midelerimizi aç bırakmakla oruç tuttuğumuzu sandık; ellerimiz, gözlerimiz, kulaklarımız, eylemlerimiz… kısaca, diğer azalarımız oruçlarımıza eşlik etmedi.
2-Bizler zengin iftar davetlerinde adeta israfta birbirimizle yarışırken, sofralarında ekmeklerine katık bulamayan insanları yeterince düşünmedik, yardım etmedik.
3-Ahlâkın ibadetten önce geldiğini unuttuk; tuttuğumuz oruçların, kıldığımız namazların sanki işlediğimiz günahlardan bizleri muaf tuttuğunu, hatta bunları yaptıktan sonra her türlü fenalığı yapabilme hakkına sahip olduğumuzun gafletine kapıldık.
4- Kur’an’ın: “Siz insanlara iyiliği öğütler de kendinizi unutur musunuz? … “uyarısını dikkate almayarak; çoğu kez işlerimiz, eylemlerimiz sözlerimizi yalanladığı halde, başkalarına nasihat etmeye, öğüt mesajları vermeye devam ettik.
5- Tuttuğumuz orucun bize bir imtiyaz/üstünlük sağladığını sanarak, oruç tutmayanlara karşı şefkatle bakmak, davranışlarımızla örnek olmak yerine, nasihatler ederek hatta suçlayarak belki de onları orucun rahmet deryasından uzaklaştırdık.
6-Diğer insanlara, canlılara, doğaya daha merhametli, daha anlayışlı hale getirmesi gereken oruç; bizleri daha kaba, daha anlayışsız, başta trafik olmak daha tahammülsüz hale getirdi.
Öyle ki oruç tutmayan bir komşumuz; “Benim bu halim sizin oruçlu halinizden daha iyi...” diyecek kadar, İslam’a örnek değil, gölge, hatta kötü örnek olduğumuzu hatırlattı bize.
7-Egolarımız tavan yapmıştı. Beş dakika sonrasına garantisi olmayan ölümlü/fani varlıklar olduğumuzu, mikroskopla büyütülerek ancak görülebilen minik bir mikroba mağlup olabileceğimizi unutmuştuk. Öyle ki, trafikte sadece görevini yapmakta olan polisin kimlik talebine bile; “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye cevap verenlerimiz vardı.
8-Tüm ibadetler Rabbin rızası için yapıldığı ve mükâfatının ahirette olacağı gerçeğine rağmen; yaptığımız ibadetler için adeta dünyada bir imtiyaz, bir ödül bekledik. Bu da hem ibadetlerimizdeki ihlası öldürdü hem de bizleri ant-i patik, olumsuz örnekler haline getirdi.
9-Ramazan’da başkalarına hatimler, dualar sipariş ettik. Bize şah damarımızdan yakın olan Rabbimize bizzat dua etmeyi, O’ndan istemeyi, kitabını bizzat okumayı, bundan da önemlisi onun verdiği mesajı anlamayı, tefekkür etmeyi, yaşamayı ihmal ettik.
10-Ramazan’da çok zengin iftar ziyafetleri verdik. Soflarımızın başköşesinde varlıklı, nüfuzlu, şehrin ekâbirleri vardı. Ama anamız, babamız, gariban kardeşlerimiz, amcamız, teyzemiz, dayımız yoktu. Korona bu afetle bizi evlatlarını bile sofralarına davet edemez hale getirdi.
11- Kur’an’ın: “Müminler ancak kardeştirler” Peygamberimizin;” Biri birinizi sevmedikçe (tam) iman etmiş olmazsınız” emirlerine inat; haset ve kıskançlıkta firavunlarla yarışır hale geldik.
12-Varlık nedenimiz olan mücevher değerindeki kadını, ‘özgürlük’ ve ‘özgüven’ yalanları ile aldatarak fıtrata başkaldıran bir meta, bir tanıtım ve reklam objesi yaptık.
13-Yine varlık nedenlerimiz olan, yuvalarımızın bereketi, paratoneri ve manevi sigortası mesabesindeki ana babalarımız, istenmeyen varlıklar olup, kocaman evlerimize sığmaz oldular.
14-Yürekleri titreten gerçek sevgi ve aşklar neredeyse terki dünya ederek; kimi zaman yerini; ‘ilişkisi var’ hatta ‘ilişki durumu serbest/karışık’ gibi, bırakın ayı, yılı, kaç gün süreceği meçhul salt tensel birlikteliğe bıraktı.
15-Daha önemlisi, sürekli meşguliyetimizi, iş yoğunluğumuzu bahane ederek, eve gelince de vaktimizi TV karşısında ya da telefon ve bilgisayar başında geçirip eşimizi ve çocuklarımızı ihmal ettik. Anne ve babalarından yeterli ilgi, sevgi ve şefkati göremeyen çocukları sosyal medyada tanımadıkları insanların insafına terk ettik…
16- Son olarak, şu kasavetli, zorunlu karantina günlerden bile zerre ders almadan; utanmadan sıkılmadan karaborsacılık, stokçuluk yaparak, kardeşlerini kazıklayan esnafa, tüccara tanık olduk.
. Daha bunlar gibi yüzlerce hatalar yaptık.
İşte bu afetle yüzleştiğimiz Ramazan ayı, bütün bu hata ve ihmallerimizi yeniden düşünme ve kendimizi yeniden gözden geçirmek için önemli bir fırsat ve ilahi bir kredi olarak düşünülebilir.
Ramazan; yüreklerimizin yıkılan yerlerini yeniden inşa etmek, iç dünyamızın su alan yerlerini tıkamak, bilinçlerimizin yıpranan kısımlarını tamir etmek, şahsiyetlerimizin eksilen, kaybolan yerlerini tamamlamak için önemli bir fırsat!
Rabbim bu fırsatı değerlendirmeyi lütfeylesin
Ramazanımızı mübarek eylesin.
Gerek ferdi gerekse toplumsal planda uyanışımıza vesile kılsın.
Bizleri ders almış olarak bu afetten en kısa zamanda halas eylesin.
Ziya KESRİKLİOĞLU/ 24.04.2020