Türk Milliyetçilerinin Gelecek 100 Yıl Vizyonu

Davaya Adanmış Bir Grup Nefer, 'Türk Milliyetçilerinin Gelecek 100 Yıl Vizyonu' çalışmalarından başlıkları paylaştılar…

Türk devlet anlayışında kut üzerinden kağanlık belirlenirdi. Bununla beraber kağanlar kadir-i mutlak bir otoriteye sahip değildi. Halkın Kağan'a, Kağan'ın da halka karşı sorumlulukları vardı. Halk, sorumluluklarını yerine getiren kağana ancak biat ederdi. Aksi takdirde “Kut Taplamadı” denilerek kağan değişiklikleri yapılabilirdi. Diğer taraftan kağanların yetkileri, binlerce yılın tecrübesiyle şekillenen töre ile kısıtlanmaktaydı. Ternek ve Kurultay gibi meclisler de Kağan'ı yönlendirebilmekteydi.

İslamiyetin kabul edilmesiyle birlikte eski Türklerdeki bu anlayış küçük değişikliklerle devam etti. Osmanlı Devleti'nde Sened-i İttifak ile başlayan, vilayet, ilçe ve kaza idare meclislerinde seçimlerle devam eden demokratikleşme süreci, 1876'da meşrutiyetin ilanı ile birlikte önemli bir ivme kazandı. Halkın temsilcilerinden oluşan Osmanlı Mebusan Meclisi ile birlikte meşruti monarşi sistemine geçildi. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nın olumsuz neticeleri gerekçe gösterilerek meclisin kapatılması, 1876 Anayasasının rafa kaldırılması, Osmanlı Devleti'nde büyük bir karşı reflekse yol açtı. Mutlak idarenin yanında kısmen de olsa yönetime ortak olma tecrübesi, padişahın kişisel egemenliğine çok yönlü ve her geçen gün artan bir başkaldırıyı beraberinde getirdi. Bu başkaldırı karşısında geri adım atmak zorunda kalan padişah, 1908'de ikinci defa meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldı ve halkın iradesinin tezahürü olan Mebusan Meclisi'ni yeniden açtı. Osmanlı'da meşruti monarşi bazı kesintilere rağmen yeni Türkiye'nin kuruluşuna kadar devam etti.

Osmanlı Devleti, 1914'te girdiği Birinci Dünya Savaşı'ndan 1918'de mağlup olarak çıktı ve İtilaf Devletleri ile 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi'ni imzalamak zorunda kaldı. Daha mütarekenin mürekkebi kurumadan, İtilaf Devletleri Musul, İskenderun, İstanbul gibi ülkenin önemli yerlerini işgal etti. İşgallerle eş zamanlı olarak Anadolu merkezinde direniş teşkilatları kuruldu ve Millî Mücadele başlatıldı. 19 Mayıs 1919'da Samsun'dan bu mücadelenin başına geçen Mustafa Kemal Paşa liderliğinde yürütülen askeri mücadele halk temsiline dayandırıldı. Ülkenin pek çok yerinde kongreler toplandı. İstişareler neticesinde alınan kararlar tatbik edildi. İlk fırsatta millî egemenliğin tezahürü olan meclisin İstanbul'da yeniden açılması sağlandı. Fakat İstanbul'un İtilaf Devletleri tarafından resmen işgali ve Osmanlı Mebusan Meclisi'nin toplantı halinde iken basılması, yeni Türk Devleti'nin önünü açtı ve Ankara'da Büyük Millet Meclisi kuruldu. Bundan sonra devletin ana merkezi Ankara, idare üssü ise TBMM oldu. Geniş tabanlı halk kitlelerini yansıtan TBMM ve hükümet peyderpey çıkardıkları 24 Nisan 1920 Kararnamesi, 1 Ocak 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 1 Kasım 1922 Saltanatın Lağvı gibi kararnameler ve kanunlarla halk hâkimiyetini her alana yaymaya başladı. Lozan Barış Antlaşması ile de yeni Türkiye varlığını dış dünyaya kabul ettirdi.

Özetle, Türkiye'de cumhuriyetin ilanı, genel kabul gördüğü şekliyle birkaç gün içerisinde dar bir kadro tarafından gerçekleştirildiği söylemi çok da doğru görülmemektedir. Belki müsait hale gelen ortamda kıvılcımın çakılması olarak telakki edilebilir. Osmanlı Devleti'nde 19. Yüzyılın başlarında başlayan ve tedricen gelişen, İkinci Meşrutiyet döneminde kısmen tatbik sahasına taşınmasının ardından, TBMM'nin kurulmasıyla büyük oranda uygulanan sistemin 29 Ekim 1923'te cumhuriyet olarak ilan edilmesi şeklinde ifade edilebilir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin, kurulmasının ardından Mustafa Kemal Paşa önderliğinde ulus devlet olma ve milleti her açıdan ileri seviyelere taşımak hedefiyle hareket edildi. Millî tarih ve dil şuuruna sahip bir neslin oluşturulmasının yanında iktisat, eğitim ve savunma alanlarında millî politikalar yürütülmeye çalışıldı. Genel anlamda reel politika izlendi, güce göre bir dış politika izlendi. Atatürk'ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” anlayışı teslimiyetin ve aczin karşılığı olarak takip edilmedi. Şartlar olgunlaştığında Hatay ve Boğazlar meselesinde görüldüğü gibi fırsatlar kazanıma dönüştürüldü. Özellikle millî dil ve tarih şuuruyla Türklük şuurunda ciddi bir canlanmanın önü açıldı. Atatürk'ün Türklüğü öne çıkaran bir idare anlayışı, Türk milliyetçilerinin hedeflerine hizmet etti. Atatürk döneminde her alanda görülen atılımların meyveleri Türk milletinde toplanmaya başlandı. Bireyler, ümmetçilikten, milliyetçiliğe, edilgenlikten, etkenliğe, kulluktan, hâkim unsura dönüşmeye başladı. Atatürk'ün ölümünün ardından kısa süre sonrasında başlayan İkinci Dünya Savaşı Türkiye Cumhuriyeti'nde önemli dönüm noktalarından oldu.

Risk almaktan uzak bir seciyeye sahip olan İsmet İnönü liderliğinde Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'na ülkeyi sokmamayı başardı. Bununla beraber savaşın seyrine göre dış politikasında ciddi gelgitleri oldu. Bunun yansımaları ise Türkiye'deki milliyetçiler için yıkıcıydı. 1944'te, Atatürk'ün büyük önem verdiği Türk milliyetçiliği fikri yargılandı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyet tehlikesine karşı Batı'ya dayanma stratejisi, milliyetçi kazanımlara büyük zarar verdi. Özellikle Nato'ya girildikten sonra millî çıkarlar ABD'nin çıkarlarıyla örtüştürüldü. 27 Mayıs 1960 darbesi, Türkiye'de demokrasiye darbe vurduğu gibi, sonrasında Türk milliyetçilerine karşı bir tasfiyeyi de beraberinde getirdi. Soğuk Savaş Döneminde SSCB-ABD önderliğindeki blokların rekabetinde Türkiye millî çıkarları ittifak halinde olduğu Batı'nın çıkarları ile örtüşmediği zamanlarda görmezlikten gelindi. Bu acı gerçekliği geç de olsa gören Türkiye, 1974'te Kıbrıs'a iki defa çıkartma yaparak Soğuk Savaşın dev bloklarına rağmen kendi millî çıkarları doğrultusunda oyun bozabildi. Bunun acı faturası ile karşılaştı. Önce ekonomik ve silah ambargolarıyla oluşturulan iktisadi bunalımlar, ardından ASALA ve PKK terör örgütleri kuruldu. 12 Eylül'e giderken pek çok Türk milliyetçisinin devlet çarkındaki gücü zayıflatıldı. 12 Eylül 1980 darbesi ise Türk milliyetçilerine büyük darbe vurdu. 1989'dan 1993'e kadar cumhurbaşkanlığı yapacak olan Turgut Özal döneminde her ne kadar Türk milliyetçileri göreli bir refaha kavuşsalar da Türk dünyasıyla arzulanan iyi ilişkiler kurulamadı.

Türkiye Cumhuriyeti, SSCB'nin dağılmasıyla birlikte 1991'de Türkistan'da Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarına hazırlıksız yakalandı. Hoca Ahmet Yesevi ve Manas üniversiteleri gibi ortak projeler yapmayı başarsa da özellikle Türk cumhuriyetleri birlikteliğinin sağlanması çabalarında geri kaldı. Öyle ki bu konuda Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'in “Kökümüz Bir” açılımına dahi beklenen iştiyakı gösteremedi. Özellikle Azerbaycan'ın parçası olan Karabağ'daki Ermeni saldırılarına, zulümlerine ve işgallerine karşı Türkiye'nin kayıtsızlığı Azerbaycan'da hayal kırıklıklarına ve tepkilere yol açtı. Türkiye ile yakın münasebetler kurmaya hazır olan Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebulfeyz Elçibey'in iktidardan düşmesi de Türkiye açısından büyük kayıp oldu. Soğuk Savaşın sona ermesiyle üzerindeki Sovyet tehdidinin kalkmasıyla birlikte Türkiye, Türk dünyasıyla ilişkilerini tedricen artırdı. Türk devletleriyle birlikte 1992'de Türk Dili Konuşan Ülke Başkanları Zirveleri ve Türk Konseyi Zirveleri gerçekleştirildi. Yine 1992'de Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı, 1993'te Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı kuruldu. İkili anlaşmalarla Türkistan'dan çok sayıda öğrenci Türkiye'ye getirildi. Bu öğrenciler Türkiye ile Türk dünyası arasında önemli bir köprü olması arzulandı. Özbekistan'da darbe girişimleri, bu ülkeyle erken zamanda ilişkilerin zayıflamasını beraberinde getirdi. Ülkesinde meydana gelen darbe girişiminden Türkiye'yi sorumlu tutan Özbekistan, Türkiye ile ilişkileri uzun bir süre en alt seviyede tuttu.

Türkiye, 2002'den beri tek başına iktidar partisi tarafından yönetilmektedir. Bütün vesayetlere karşı mücadele etme parolasıyla iktidarına başlayan iktidar partisi kademeli olarak Türkiye'nin farklı güç odaklarında hâkimiyetini kurdu. İlk yıllardan itibaren Atatürk döneminde temelleri atılmış millî devlet anlayışına darbeler vuruldu. Özellikle devletin kılcak damarlarına kadar girmesine müsaade edilen Fethullahçı yapılanma Türkiye Cumhuriyeti'nin kozmik odasına dahi girdi. Türkiye'nin varlığına ve geleceğine dair ciddi bir tehdit olan 15 Temmuz darbe girişimi ilkede yaşandı. Birlik ve beraberlikle bu tehlike savıldı. Fakat halen bu yapıyla mücadelede istenilen hedeflere ulaşılamadı. 2017 yılında kabul ve 2018 yılından itibaren tatbik edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi ile Türkiye Cumhuriyeti yeni bir idare anlayışına geçti. Parlamenter sistemin zayıflatıldığı bu sistemde cumhurbaşkanı aynı zamanda parti başkanı vasıflarını taşımaktadır.

Geçmişe dair bu hatırlatmalar yapıldıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti'nde Türk milliyetçilerinin gelecek yüzyılda vizyonu ne olmalıdır? Bir Türk milliyetçisi olarak cevabımız şudur:

Öncelikle Türk milliyetçileri siyasal alanda içinde bulunulan parçalanmışlıktan kurtulmalıdır. Ana omurgadaki fikri birliktelikten yola çıkarak, sathi ayrılıkları terk etmelidir. Türkiye Cumhuriyet'inin geleceğinde varlıklarını sürdürebilmeleri ve istikamet belirleyebilmeleri için tek bir yumruk haline gelmek ve iktidarı elde etmek veya iktidara ortak olmalıdır. Birliktelik sağlandıktan sonra toplumu etkileyen her alanda belirleyeceği gelecek vizyonu ve hedeflerini kamuoyuna muhtelif araçlarla duyurmalıdır. Toplumu ikna edebilmelidir. Basın ve yayının yanı sıra gelecekte daha etkili olacak sosyal medya alanlarını iyi kullanabilmelidir. Ayrıca “her bireyin yüreğine dokunmak” düsturuyla metropollerden, köylere kadar her eve, her insana ulaşabilmelidir. Gelecek 100 yılda Türk milliyetçilerinin hedefleri kategorik açıdan şu şekilde özetlenebilir:

Eğitim:
Uzun vadeli değişmeyen bir eğitim stratejisi belirlenmelidir. Türk tarihi ve dili temelinde meselelere eleştirel, merakla, kararlılıkla ve sorunlara çözüm odaklı bakabilen milliyetçi bir nesil yetiştirilmelidir. Bunun için bütün okullarda fırsat eşitliği sağlanmalı, millî değerleri önceleyen müfredatlar belirlenmelidir. İlkokullarda öğretmenler tarafından öğrenciler, yeteneklerine göre yönlendirilmelidir. Mesleki teknik okulları güçlendirilmeli ve özendirilmelidir. Üniversitelerin sayısı azaltılmalı, Türkiye'nin ana bölge merkezlerinde üniversiteler açık kalmalıdır. Özellikle geleceğe hitap eden meslek alanları özendirilmelidir. Yapay zeka, uzay bilimleri, nano teknoloji, siber güvenlik gibi alanlar desteklenmeli ve teşvik edilmelidir. Üniversitelerde öğretim üyeleri ve öğrenci kalitelerinin yükseltilmesi sağlanmalıdır. Üniversite özerkliği gerçek anlamda oluşturulmalıdır. Öğretim üyeleri üzerindeki ekonomik sıkıntılar, siyasi baskılar kaldırılmalıdır. Bu durum ortaöğretimdeki öğretmenler için de geçerli kılınmalıdır. Atatürk'ün fikri, vicdanı ve irfanı hür nesiller yetiştirme sorumluğunu yerine getirebilecek öğretmenler de yetiştirilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti'nde en temel alanın eğitim olduğu kavranmalıdır. “İtibardan tasarruf olmaz” anlayışı yerine “Eğitimde tasarruf olmaz” anlayışıyla hareket edilmelidir. Bütçenin önemli bir kısmı eğitime ayrılmalıdır. Tasarruf tedbirlerinde en son eğitim akla gelmelidir. Unutulmamalıdır ki Türkiye Cumhuriyeti'nin gelecekteki gücünü, eğitimdeki başarısı belirleyecektir. Türkiye Cumhuriyeti'ni geleceğe taşıyacak her meslekten değerlerimiz bu eğitim sistemimizden geçecektir.

Hiç şüphesiz ekonomisi güçlü, toplum yapısı sağlam, dünyaya öncülük eden ülkelerin vasıflarının başında kaliteli, insanı merkeze alan bir eğitim öğretim sistemine sahip olmaları gelmektedir. Bunun bilinciyle Türkiye'nin gelecekteki hedeflerini gerçeğe dönüştürme mücadelesinde en büyük güç kaynağı; nitelikli, özgüveni yüksek, millî ve manevi değerlerimizle teçhiz edilmiş nesillerdir. Zengin bir medeniyet birikimini temsil eden, genç ve dinamik nüfusa sahip, geleceğe dair iddiaları olan Türkiye'nin hedeflerine ulaşması, nesillerini kaliteli bir eğitim öğretim sistemiyle buluşturmasına bağlıdır. Kaliteli eğitim öğretimin yolu; öğrencilerin zihnî gelişimlerini kolaylaştırmaktan, millî ve manevi yönlerini güçlendirmekten onlara vizyon kazandırmaktan geçmektedir.

Ekonomi:
Millî ekonomik sistem takip edilmelidir. Stratejik öneme haiz ürünleri üreten fabrikalar devlet kontrolünde olmalıdır. Ekonominin diğer alanları ise özel sermayeye bırakılmalıdır. Türk sermayedarların iktisadi girişimleri desteklenerek, sayıları artırılmalıdır. Gelecekte öne çıkacak alanlarda patentler alınmalı, yerli otomobiller, gemiler, trenler, uçaklar üretilmeli ve geliştirilmelidir. Yenilenebilir enerji tesisleri artırılmalıdır. Bunun yanı sıra nükleer enerjiye de yatırım yapılmalıdır. Anonim şirketler, kooperatifleşmeler desteklenmelidir. Merkez Bankasına dokunulmazlık verilmeli, Türk lirasının değeri korunmalıdır. Türkiye'nin millî çıkarlarına riayet etmek şartıyla yabancı sermaye Türkiye'ye çekilmelidir. Türkiye, ihracatında hammadde yerine mamul madde satışı artırılmalıdır. Yer altı kaynakları millî imkânlarla çıkarılmalı ve Türkiye'de işlenerek mamul madde haline getirilmelidir. Ağır sanayi teşvik edilmelidir. Planlı ekonomiye mutlaka geçilmelidir. Tarım ve hayvancılık desteklenmeli, ata tohumları ve ülkemize özgü hayvanların yetiştirilmesi özendirilmelidir. Aracı kurumlar devreden çıkarılmalı, üretici ile tüketici arasında ahenkli bir işbirliği kurulmalıdır. Ticarette ihracat-ithalat dengesini sağlanmalıdır. Alternatif turizm kolları oluşturulmalıdır. Dış borçlanmadan olabildiğince kaçınmalıdır. Zira siyasi bağımsızlığın iktisadi bağımsızlıkla doğrudan bağlantılı olduğu unutulmamalıdır.

Nüfus
Türkiye'de nüfus bir sorun haline gelmiştir. Bunun mutlaka çözülmesi gerekmektedir. Eğitimli ve kaliteli Türk aileleri son zamanlarda bir veya en fazla iki çocuk sahibi olmaktadır. Bu sayının artırılması için teşvikler sağlanmalıdır. Buna karşın, bakamayacakları kadar çocuk yapan ailelerde ise aile planlaması özendirilmelidir. Böylece, kaliteli ve yetişmiş Türk sayısı artacaktır. Zihinleri temiz, sağlam karakterli ve vücutlu, vatansever, ülkesini ve milletini önceleyen, aynı zamanda bütün insanlığın sorunlarına kayıtsız kalmayan bireyler yetiştirilmelidir. Son zamanlarda Türkiye'nin çevresinde planlı projelerin neticesinde, milyonlarca sığınmacı Türkiye'ye yerleşmiştir. Bunların bir kısmının kaydı dahi yoktur. Her geçen gün Türkiye'de sayıları artan bu unsurların Türkiye'de önemli bir demografik tehdit haline gelmesi kaçınılmazdır. Gelecekte güçlü bir Türkiye için entegre edilemeyen sığınmacılar, mutlaka ülkelerine gönderilmelidir. Aksi takdirde çok boyutlu güvenlik sorunlarımız olacaktır. Türk milliyetçileri gelecek vizyonunda sığınmacı meselesinin çözümüne dair tedbirleri mutlaka almalıdır.

Dış Politika
Dış politikada etken, bölgesinde ve dünyada sorun çözen, istikamet belirleyebilen bir ülke olunmalıdır. Türkiye, doğal etki alanları olan Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Türkistan'daki tesirini artırmalıdır. Özellikle Türk dünyasıyla ilişkilerini en üst noktaya taşımalıdır. Ortak alfabe ve tarih müfredatına geçilmelidir. Hali hazırda Türk devletlerinden sadece Kırgızistan Kril alfabesi kullanmaktadır. Ona verilecek iktisadi destekle ilk etapta diğer Türk devletlerinde kullanılan Latinceye geçilmesi sağlanmalıdır. Yapılacak iyileştirmelerden sonra ortak alfabe olarak Orhun Alfabesine de geçilebilmelidir. Avrupa Birliği gibi Türk dünyasının birliği sağlanmalıdır. Türk dünyasında vizesiz serbest dolaşım, ortak para birimi, gazeteler ve televizyonlar oluşturulmalıdır. Bunun için İstanbul ağzı veya Çağatay Türkçesi de ortak dil ilan edilmelidir. Türk dünyasında petrol, doğal gaz, altın, bakır, kömür, uranyum gibi yer altı kaynakları, tarım, hayvancılık oldukça zengindir. Bunların kullanımı planlı ve daha işlevsel hale getirilmelidir. Oluşturulacak Türk birliğinde bu kaynaklar Türkiye'nin de içinde olacağı imzacı ülkelere daha elverişli şartlarda sunulması sağlanmalıdır. Ortak eğitim kurumları, sanayi tesisleri, spor faaliyetleri, sağlık kurumları oluşturulmalıdır. Bu birlikteliğe engel olabilecek Rusya, Çin ve İran gibi devletler de ikna edilmelidir. Bu anlamda geçici süreliğine bu devletler de dışlanmamalıdır. Türk dünyasının Batı Trakya, Doğu Türkistan, Hazar, Güney Azerbaycan gibi yerlerdeki sorunları ortak akıl ve işbirliğiyle çözülmelidir. İmzalanacak askeri ittifak antlaşmalarıyla sınırlar saldırganlara karşı birlikte korunmalıdır. Ortak askeri ve güvenlik birlikleri oluşturulmalıdır.

Batı ile ilişkiler koparılmamalıdır. Fakat Türkiye tek taraflı bir dış politikadan ayrılmalıdır. Miadı dolacak olan Avrupa Birliğine girmek iştiyakını azaltmalıdır. Türkiye, doğal etki alanlarındaki küresel güçlerin kurduğu oyunların dışında asla kalmamalıdır. Millî çıkarlarına aykırı dizaynlara müsaade etmemelidir. Bunu da uluslararası ilişkileri gözeterek sağlamalıdır. Gücünün farkında olarak gerektiğinde risk alarak hareket etmelidir. Bununla beraber gücünün çok üstünde ve şartların elverişli olmadığı zamanlarda hedefleri doğrultusunda kademeli olarak ilerlemelidir. Son zamanlardaki Ortadoğu'daki etkin dış politika sürdürülmeli, Türkiye'nin kazanımları artırılmalıdır. Mavi Vatan'dan kaynaklanan haklarımız muhafaza edilmeli, Libya ile yapılan deniz yetki alanlarını belirleyen antlaşma kuvvetlendirilmelidir. Mısır ve Suriye ile yeniden ilişkiler kurulmalıdır. Bu devletlerle yapılacak benzer antlaşmalarla Yunanistan'ın Adalar Denizindeki yayılmacı siyasetine set çekilmelidir.

Millî Güvenlik
Terörle mücadele artırılarak gelecek birkaç yılda başta PKK olmak üzere terör örgütleri Türkiye'nin gündeminden çıkarılmalıdır. Türkiye'deki bütün tarikatlar ve cemaatler kontrol altında tutulmalı, amacından sapanların varlıklarına izin verilmemelidir. Millî savunmada yerlilik öncelenmelidir. Türkiye'de son zamanlarda üretilen ve her geçen gün geliştirilen İHA, SİHA ve TİHA'lar desteklenmelidir. Zamana uygun şekilde yenilenmelidirler. Gelecekteki savaşlarda rol alabilecek yapay zekâya sahip robot askerler ve güvenlik güçleri oluşturulmalıdır. HAVELSAN ve ASELSAN gibi Türk Silahlı Kuvvetlerini destekleyen vakıflara ait şirketler de desteklenmeli, sayıları artırılmalıdır. TEKNOFEST gibi organizasyonlar artırılmalı ve teşvik edilmelidir. Gelecekte hayati öneme sahip olacak Siber savaşlarla mücadele için Siber Güvenlik güçlendirilmelidir. Bu konuda güçlü eğitim alan Siber Güvenlik birlikleri ordu içerisinde önemli sayılara ulaştırılmalıdır. Profesyonel ordu korunmakla beraber Türkiye'de erkekler için zorunlu askerlik hizmeti en az 12 ay olmalıdır. Her bireyin temel askerlik hizmeti alması sağlanmalıdır. Askeri liseler ve harp okulları yeniden açılmalıdır. Türkiye yurt dışında da etkin olabilmelidir. Bunun için yakın ilişkileri olan Türk dünyasında ortak askeri ve güvenlik birlikleri kurulmalıdır. Askeri ittifak antlaşmaları yapılmalıdır.

Diğer Hususlar

Türk milliyetçileri, mevcut derneklerini çağa uygun şekilde uyarlamalıdır. Ataletten uzak Türk milletinin dertlerine çözüm arayan, milleti her açıdan yükseltmeye yönelik geniş tabanlı faaliyetler tertip etmelidir. Gazete, dergi, radyo, tv, internet veri tabanları sahibi olmalı ve düşüncelerini kamuoyuna bu vasıtalarla yaymalıdır. Kendi yurtlarını, dükkânlarını, fabrikalarını, okullarını, üniversitelerini, akademilerini kurmalıdırlar. Yetişmiş, kadrolarını oluşturmalıdırlar. Bu kadrolar, ikamet ettikleri veya bulundukları mahallerde her kesimden vatandaşla sıkı bir ilişki içerisinde bulunmalıdır. Onlar üzerinde güven tesis edebilmelidir. Her geçen gün etki alanlarını artırmalıdırlar. Toplumun sorunlarına hizmet eden sendikacılık faaliyetlerine ağırlık vermelidir. İşçi, memur ve emekli haklarını her ortamda milliyetçi iktidarlarda dahi olsa korkmadan yılmadan savunmalıdırlar. Türk milliyetçileri her açıdan kendilerini donatmalıdırlar. Tembelliğin, ataletin, rüşvetin, iltimasın, adaletsizliğin en büyük düşmanı olduğunu bilmelidirler. Her şeyden önemlisi iktidarda olabilmeyi başarmalıdır.

100 yıl sonra dünyaya Türk mührünün vurulması asla bir hayal değildir. Mete, Bilge, Cengiz Han, Timur, Kanuni, Nadir Şah zamanlarında olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti ve Türk dünyasının birlikteliğinde Türkler, bir yıldız gibi parlayabilecektir. Zira Türklerin hâkimiyeti sadece Türkler için değil bütün dünyanın barışı, huzuru için gereklidir.

Davaya Adanmış Bir Grup Nefer

Haber Merkezi

Bakmadan Geçme