İnsanoğlu duyguları olan bir varlıktır. Duyguları nedeni ile acıları, ihtirasları, sevinç ve heyecanları vardır. Çünkü insanın her türlü ihtirasları, heyecan ve sevinçleri onun olaylar karşısındaki duygu yoğunluğunun bir sonucudur. İnsanda yaşanan bu duygu yoğunluğu veya duyguların çeşitliliği; bütün bir düşünce sistemine, oradan da eylemlerinin çeşitliliğine neden olmaktadır. Hayatımızda önemli bir yere sahip olan düşünce ve eylemlerimiz ise bizim çevremizi algılayışımızın bir parçasıdır.
Dolayısı ile insanın düşüncelerini, anlayış ve beklentilerini etkileyen, hareketlerine yön veren, eylemlerinin oluşmasında ve görülmüsinde etkili olan duygular; en basit ifade ile bizim hayatı anlamlandırmamıza, bakış açımıza ve onu yorumlamamıza neden olabilmektedir. Çünkü bakış açılarının doğmasında duygular, önemli bir etkiye sahiptir. İnsan yaşantısında bu kadar önemli etkiye sahip olan duyguların, eğitimden; dolayısı ile öğrenme alışkanlıklarından ayrı düşünülmesi, öğrenme sisteminin dışında tutulması, düşünülemez. Çünkü insan zekası ile birlikte duygularını da işe koyarak öğrenir. Öğrenmek için yalnızca üstün bir zekaya sahip olmak yeterli değildir. Zekası ile birlikte duygularını da eğitmelidir. Duygular, hazırolmadan yapılacak eğitimin çokta başarılı olduğu söylenemez. Bu nedenle öğrenmeye duyguların eğitiminden başlanmalıdır. Çünkü insan, duyguları ile coşar; duyguları ile sevinir ve üzülür. Bu insanın, doğasının bir gereğidir. O halde doğru ve kalıcı etkiye sahip, güçlü bir öğrenmeyi hedefliyorsak şayet duyguların eğitimine gereken önemi vermeli, onu insan eğitiminin önemli bir parçası olarak görmeliyiz. Konunun başındada da söylediğimiz gibi insan duyguları ile vardır ve duyguları ile coşar, sevinir, eyleme geçer. O halde duygusal gelişimden yoksun bir eğitimin önemli bir yanının eksik kalacağını ve öğrenilenlerin sindirilemeyeceğini [ içselleşmeyeceğini] söyleyebiliriz. Bunu nasıl gerçekleştireceğiz? Duygusal gelişimi zihinsel ve motor beceriler ile birlikte düşünmeliyiz. Çünkü duygusal gelişim insanda zihinsel ve beceri eğitimi ile birlikte bir bütünsellik oluşturmaktadır. Daha açık bir ifade ile söylersek insan düşünce ve duyguları, zekası ve fizyolojisi ile birlikte bir bütünlük arz eder. İnsan beyni bunları bir eşgüdüm içerisinde yönetir.
Duyguların olmadığı yerde insan davranışları, aldığı komutları makinanın parçalarına eksiksiz gönderen ve yakıtı bittiği yerde asla hareket etirilemeyen mekanik bir alete benzetilebilir. Oysa insan canlı bir varlıktır ve her canlı gibi bir organizmaya [ biyolojik bir varlık] sahiptir. Fiziksel [ el -kol becerileri, yürüme, koşma, konuşma vb.] olduğu kadar; duygusal bütünlüğe de sahiptir. Onun bu özelliği öğrenme süreçlerinin başarı ile yürütülmesi sırasında duyguların eğitimini gerektirmektedir. Çünkü duygular, bütün bir organizmayı [biyolojik yapı] etkilemekle birlikte düşünce ve motor becerilerimizi de olumlu yahut olumsuz yönde etkiliyebilmektedir.
Bu durumda insan davranışlarına yön veren duyguların eğitimine dair faaliyetlerin neler olması gerektiği önemli bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu soruya yanıt vermeden önce duyguların neler olduğuna bir göz atalım. Eğitim literatöründe geniş anlamda duygu; “kendini harekete geçirebilme, aksiliklere rağmen yoluna devam edebilme, dürtüleri kontrol ederek doyumu erteleyebilme, ruh halini düzenleyebilme, kendini başkalarının yerine koyabilme ve umut besleme.” (Goleman 1998: 50; Aktaran: Yeşilyaprak, B.,2001) şeklinde yer almaktadır.
Bir başka deyişle duygu; “içsel durumun kendiliğinden bir şekilde dışarıya yansıması” (Graham, Gentry ve Green, 1981; aktaran: Kuzucu, Y. 2006, s.10) olarak görülmektedir. Duyguların dışarıya yansıma şekli ise kişide yeni bir bakış açısı, varsayımlar ve el -kol hareketlerinde değişme olarak görülebilir. Bu değişme davranışlarımıza yansırken, davranışlarımızda; bizim çevre ile olan ilişkilerimizi bilişsel özelliklerimizi etkileyebilir, onları değiştirebilir. Dolayısı ile davranışlarımızda görülebilen bu değişme duygularımızın eseridir.
Duygularımız, davranışlarımızı etkilerken; davranışlarımızla birlikte edindiğimiz sosyal, psikolojik ve bilişsel özelliklerde bizim duygusal gelişimimizi yeniden etkileyebilir ve onları değiştirebilir. Çünkü “duygusal gelişim çok yönlü etkiye açık olup sosyal, davranışsal, bilişsel, psikolojik olarak bireyin sahip olduğu özelliklerin hepsinden etkilenir” (Durmuşoğlu Saltalı, N.2010). Bu etkilenmenin sonucunda edindiğimiz davranışlar, duygularımızı yeniden şekillendirebildiği gibi zamanla zihni dönüşümlerimize de yardım eder, varsayımlarımızı kökten değiştirebilir. Böylece duygu yeteneğimizin öncekinden farklı olmasına neden olabilir. Duygu yeteneğimiz ise duygusal zekâmızın bir sonucudur. “Duygusal zekâ; kişinin kendi duygularını anlaması, başkalarının duygularına duygudaşlık beslemesi ve duygularını yaşamı zenginleştirecek biçimde düzenleyebilme yeteneğidir" (Daniel Goleman, 1996: Düzenleyen ve aktaran; Beceren E.,2004, s.2).
King ve Emmons, (1990) ise duygusal zekayı “Kişinin pozitif, negatif ve yakınlık gibi, yaşadığı duyguları dışarı vurma eğilimi olarak açıklamaktadır (Aktaran: Kuzucu, Y.2006.s.10). Bu eğilim ve kişide beliren göstergeler duygusal zekasının bir sonucudur. Ergenlik, çocukluk, gençlik yada olgunluk dönemlerinde kişinin kabul görmüş, refarans noktalarını oluşturur. Çünkü bireyin duyguları her dönemde farklılaşabilmektedir. Örneğin ergenlerin kendi bedeninin farkında olmaya başlaması ve karşı cinsten kişiye duyabilecekleri ilgiden doğan duygusallık, çoğunlukla bütün ergenlerde aynı özellikler gösterirken; yaşlılarda yaşlanma korkusu, hastalık ve yalnız kalma gibi duygular da yaşlıların duygularına hakim olabilir. Çünkü duygular kişinin yaşına cinsine ve eğitim durumlarına göre önemli değişiklikler gösterebilir. Yeniden çocuklar ve ergenlere dönecek olursak; çocukların duyguları da kız ve erkek olmak üzere farklılaşmaktadır. Örneğin erkek çoçuklarında daha çatışmacı, polisiye veya aktif fiziksel hareketlere ilgi duyarken; kız çocukları daha naif, evcil ve güzel gözükme gibi davranışlara yol açan duygulara sahip olabilirler. Ancak kız yada erkek bireylerin ergenlik döneminde şiir, şarkı sözleri yahut bir estromanın çıkardığı duygusal sesler, hoşuna giderken; küçük yaştaki çocukların, öykü, masal veya hikaye dinlemeleri, onların duygularının bir sonucu olarak görülebilir. Duygular, eğitim seviyesi ile de farklılıklar gösterebilmektedir. Bilakis eğitim seviyesi arttıkça insanların duygusal zekâlarının da artmakta olduğu bilinmektedir.
Çünkü “duygusal zekânın, öğrenilebilir ve geliştirilebilir bir yetenek olduğu ve bilişsel zekâ gibi küçük yaşlarda geliştirilmeye başlanabileceği (Goleman, 1995; Shapiro, 1988; Weisinger, 1998; aktaran: Delice,M.ve Günbeyi,M.2013.,s.212) belirtilmektedir. Bu da göstermektedir ki duygusal zekâ kalıtımla değil, sonradan eğitim yoluyla kazanılabilmektedir. Çünkü eğitim seviyesi ile duygusal zekâ arasında pozitif ve anlamlı bir ilişki (Ergin vd., 2000; Gürbüz ve Yüksel, 2008:187; Mayer, 2001) vardır. Bu durum öğretmenleri, eğitim yöneticilerini ve aileleri doğrudan ilgilendirmektedir. Bütün bu nedenle buradan çıkardığımız sonuç öğrenmenin tamamlanabilmesi için kişinin zekâsı ile duygularının da eğitilmesi gerektiği yönündedir. Eğitim yöneticileri ve öğretmenler olarak öğrencilerin, duygusal zekâlarını geliştirmeye dönük önemli kararlar almamız gerektiğini söyleyebilirim. Herkesin bu yönde kişisel çabası ile yapabilecekleri vardır. Bu yönde öğretmenlerimizin kendi kişisel çalışmaları olduğu gibi, aşağıda vereceğimiz birkaç örnekle de bu durumu açıklayabiliriz.
Örneğin;
[i] Müzik, duygularımızın eğitiminde önemli olurken; ritmi yüksek müziğin insanı motive ettiği ve ritmimizi yükselttiği söylenebilir. Bu daha çok fiziksel hareketlerin öne çıktığı vakit, yani koşma, yürüme ve çeşitli bedensel hareketlerin gerçekleştirilmesi sırasında ve beden eğitimi derslerinde müzik başarıyla kullanılabilir. Ritmi yüksek müziğin, insan hareketlerini coşturmaya ve yüksek motivasyona neden olduğu kanıtlanmıştır.
[2] Din ve ilahiyat derslerinde, hafif tonda ilahi seslendirilmesi, manevi duyguları harekete geçireceğinden, dersi anlama ve derse katılım diğerlerine göre daha fazla olacaktır. Böylece konularının birey tarafından içselletştirilmesi kolaylaşacaktır.
[3] Bir diğeri, duyguları harekete geçiren ve seslendirildiği vakit insana haz veren şiir’dir. Şiirin insane haz verdiği, estetik düşünmeyi kolaylaştırdığı söylenebilir. Şiirin seslendirildiği, okunduğu yazıldığı ve bu yönde çeşitli etkinliklerin düzenlendiği toplumlarda, yüksek gerilimli çatışmaların yaşanmadığı; toplumsal barışın diğerlerine göre daha yüksek olduğu bilinmektedir.
Şiir duygularımızı harekete geçirdiği için öğrenmeyi olumlu yönde etkilemekte, duygularımızın canlanmasına ve dikkatin artmasına neden olmaktadır. Öğretmenler, derslerinde şiirden mutlaka yararlanmalılar.
Şiir ve güzel sözler, eğitimin her aşamasında ve etkinlikler sırasında kolaylıkla kullanılabilir. Şiirin derslerde kullanılması halinde öğrencilerin duygusal yönden derse hazır olmalarına ve ders sırasında zihinsel bir zindelik kazanmalarına neden olabilir. Öğrenci dikkatinin yoğunlaşmasına ve konuları aktarırken; konu işlemenin sevimli ve huzurlu bir eyleme dönüşmesine neden olabilir. Çünkü öğrencilerin zihinsel gelişimleri bu yaklaşımdan olumlu etkilenir; öğrencilerin konuya yönelik ciddi oranda tutumları değişir. Ancak kullanılan şiir, şarkı sözleri veya güzel sözler, dersin konusu ile ilişkilendirilmeli, uygulama sırasında söz ile kullanılan estromanlar arasında farklılıklar göstermemelidir.
Fonların birbirini tamamlamasına, kullanılan ses ve müziğin, öğrenilecek konu ve içerikle uyumlu olmasına dikkat edilmelidir. Konu ve içeriklerin vurguları ile duyguların ortaya çıkarılmasında kullanılan estromanlar, birbirini destekler nitelikte olmalıdır. Biribirini tamamlamayan, biribirine zıt öğelerin kullanıldığı araçların, öğrenmeye fazlaca katkısının olmayacağı; hatta ortamı olumsuz etkileyeceği dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. Çünkü insan zihni, duygu ve fizyolojik özellikleri ile birlikte evrende bir bütünlük arz eder. Eylemlerin, insanda bütünlüğü koruyarak yapılması, duyguların yeşermesi ve eylemin başarıya ulaşması için oldukça önemlidir. Bu durumu doğadaki eko sisteminin varlığına benzetebiliriz. Eko sistemde, sistemin bir ögesinin farklılaşması yahut bozulması ile bütün ögeler bozulabilir. Dolayısı ile insanın hem psikolojik, hem sosyal hemde biyolojik bir varlık olması, açıkçası onu bu bütünsellik içerisinde ele almayı ve eğitim uygulamalarını bu bütünselliği bozmadan ve insanı tamamlayan bütün ögeleri koruyarak ve güçlendirerek yapmayı, gerektirir.
Bu makale, Yazarın; “Öğrenme ve Öğrenen Organizasyonlar” adlı kitabından derlenmiştir.