Böyle değildik.
Hep bir ülkünün mehabetinin zirvesindeydik…
Karşılıksız bir sevdanın doruklarında karşılıksız yaşardık.
Yüksek vasılı bir Türk olmanın şuurunda, ülküdaşlık hukukunun farkında, davaya inanmanın coşkusuyla koşardık.
Bizi görenler gıpta eder, tanıyıp bilenler ise hayran kalırdı.
Tek bir gayemiz vardı, o da ülkümüzün önce ülkeye sonra da cihana adalet ile hâkim olması.
Böyle değildik…
Bilenler bilirdi bizi.
Ömer Seyfettin’in Ant hikâyesindeki Mıstık gibiydik. Hiç düşünmeden ülküdaşımız için kuduz köpeğin önüne atardık kendimizi…
Duyanlar şaşırırdı bizdeki hallere…
Emine Işınsu’nun Sancı’sındaki Önkuzu gibiydik. Özmen’in kanı bulaşan cekete bile vefa gösterir, yıkattırmazdık.
Yazanlar hayran kalırdı kardeşlik hukukumuza…
Cengiz Dağcı’nın Korkunç Yıllar’da, Kırım için “O toprakların bizim mezarlarımıza da ihtiyacı var.” dediği gibi mezarlarımıza bile vatanın tapusu olarak bakardık.
Dostu bırak düşman bile saygı duyardı ahde vefamıza…
Metin Tokdemirce haykırırdık hep bir ağızdan “Ahde vefasızlık imansızlıktır.” diye…
Sadece dilimizde değildi ahde vefa. O şuur, bizim ruh kökümüzün mana dünyasını şekillendirip yaşantımızda vücut bulan bir duruşun adıydı.
Velhasıl…
Böyle değildik…
Yüksek bir iman ile bağlıydık ülkülerimize.
Kendimizi hep borçlu hissederdik ülkemize.
Söylemimiz de eylemimiz de yaşantımız da ülkülerimize göre şekillenirdi.
Küçük menfaatler için fırıldak olmak yoktu hayat nizamımızda…
Peki, ne oldu bize?
Beklentili siyaset kapımızın önünden bile geçemezken, hangi söylev kapanına kaptırdık kökü mazide olan atimizi?
Peki, kimler göz dikti kervanımıza?
“Birlikte rahmet ayrılıkta azap vardır,” düsturu ile yol yürürken, hangi kirli eller böyle parça parça etti kervanımızı?
Peki, nasıl bir düşünce bulandırdı fikir dünyamızı?
Türk’ün, Türk Dünyası’nın ve Dünya Mazlumlarının umudu olan Ülkülerimiz hangi çarpık fikirlerle aslından uzaklaştırılmak istendi?
Ey Ülkücüler! Ülkücü olunuz.
Ey Türk Milliyetçileri! Birleşiniz.
Unutmayınız ki politik düzenin kaygan zeminine ülkülerimizi kurban verirsek; emanet, geleceğe kavram kargaşası ile devredilir. Aşikârdır ki kavramlara yüklenen anlamlar masum değildir. Hiç değilse fikri bir kadro hareketi şuurunu hayata geçir.
İşte o zaman hiç olmazsa geleceğe emanet edilir ülküler…
Bu da Türk milliyetçisi mütefekkirlerin görevidir.
Fitneye fırsat vermeden, vazgeçmeyi düşünmeden, aynı iman ve aynı şuur ile aynı yolda yürü...
Öyleyse görev başına!
Bu yazı da böyle olsun; tarihe şerh düşmek adına...