İslam; Vandalizm’in en katı şekliyle özdeş olan, kan, kin şiddet, vahşet dini midir?
Hizbullah, FETÖ, Taliban, İŞİD, El-Kaide vb. isimlerle tezahür eden örgütlerin icra ettikleri şiddet İslam’ın esası, özünden mi kaynaklanıyor? Hz. Muhammed’in ve ondan sonraki İslam önderlerinin düşüncesi, tarzı, tutumu veya duruşu bu örgütlerin ortaya koydukları uygulamalar gibi miydi?.. Tamamen farklı mıydı?..
Allah Resulü, hicretin yedinci senesinde Hayber Fethi’nden sonra kuraklık ve kıtlık yaşayan Mekke halkına altın, arpa ve muhtelif yiyecekler göndererek yardımda bulundu. Ebû Süfyan, gönderilen yardımların hepsini teslim alıp Kureyşlilerin fakirlerine dağıttı.
Resûlullah, Uhud Harbi’nde amcası Hz. Hamza’nın ciğerini hırsla dişleyen Hind isimli meşhur kadını bile iman etmesi mukabilinde Mekke Fethi’nde affetmiştir.
Hind, bey’at etmek isteyen diğer kadınlarla birlikte Resulullah Efendimizin huzuruna geldi. Tanınmamak için yüzünü peçelemiş, kılık-kıyafetini değiştirmişti. Korktuğu için Peygamber Efendimizden uzak duruyordu. Diğer kadınlar konuşamayınca Hind:
– “Ya Resulallâh! Ben şimdi Allah’a inanmış bir kadınım!” dedi. Sonra yüzünden peçeyi açıp:
– “Ben Hind! (Utbe’nin Kızı Hind’im). Allah geçmiş günahları affeder. Sen beni bağışla!” dedi. Resulullah tebessüm etti, Hind’i yanına çağırdı ve:
– “Demek sen Utbe’nin Kızı Hind’sin?!” buyurdu. Hind:
– “Evet!” dedi. Allah Resulü:
– “Merhaba, hoş geldin!” buyurdu ve Hind’i afetti. Kelime-i tevhid şanı hürmetine Hind’i ve daha nicelerini bağışlamışlardır.
MEKKE’NİN FETHİ’NDE GERÇEKLEŞEN GENEL AF
Merhamet Peygamberi, fetihten sonra ne yapacağını merakla bekleyen Mekke halkına:
– “Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı sanırsınız?” diye sordu. Kureyşliler:
– “Biz Sen’in hayır ve iyilik yapacağını umarız. Sen, kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun!..” dediler. Peygamber Efendimiz onlara:
– “Ben de Hazret-i Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi; size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok!» diyorum. Serbestsiniz!” buyurdu.
Resulullah amcası Hazret-i Abbâs’a: “Kardeşin Ebu Leheb’in iki oğlu Utbe ve Muattib nerede kaldılar? Onları göremedim?!” buyurdu. Hz. Abbas:
– “Herhalde Kureyş müşriklerinden uzaklara gidenlerle birlikte onlar da gitmişlerdir.” dedi. Resûlullah:
– “Onları bulup bana getir!” buyurdu. Hz. Abbas, onları aramaya gitti. Bulduğunda:
– “Resulullah sizi çağırıyor!” dedi. Onlar da derhâl Hz. Abbas’la birlikte Allah Resulü’nün huzuruna geldiler. Peygamber Efendimiz:
– “Evet! Rabbimden amcamın oğullarını benim için bağışlamasını niyaz ettim. O da bağışladı!” buyur¬du.
Ebu Cehil’in oğlu İkrime, sayılı İslâm düşmanlarındandı. Mekke’nin fethinden sonra Yemen’e kaçmıştı. Karısı, Müslüman olarak onu Hazret-i Peygamber’in huzuruna getirdi. Allah Resulü İkrime’yi memnuniyetle karşılayarak:
– “Ey göçmen süvari, hoş geldin!” buyurdular ve onun Müslümanlara yaptığı zulmü yüzüne vurmayıp affetti.
Hebbar bin Esved, İslâm düşmanlarının önde gelenlerinden biriydi. Mekke’den Medine’ye deve üzerinde hicret ederken, kasten Hz. Peygamber’in kızı Zeynep’e mızrakla vurarak onu deveden düşürmüştü. Hz. Zeynep hâmile olduğundan çocuğunu düşürmüş ve ağır bir şekilde yaralanmıştı. Aynı yara daha sonra vefatına sebep olmuştu.
Hebbâr, bunun gibi daha birçok suç işlemişti. Mekke’nin fethinden sonra kaçmıştı. Resûlullah’ın Medine’de ashabıyla oturduğu bir esnada huzuru saadete gelerek Müslüman olduğunu bildirdi. Hz. Peygamber onu da affetti. Ashabına, ona hakaret etmeyi ve tarizde bulunmayı dahi yasakladı.
KUR’AN’DA AF AYETİ
Kur’an-ı Kerîm’de: “(Ey Resulüm!) Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret; cahillere aldırış etme!” buyruluyordu (El-A’râf, 199).
Hz. ALİ
Hendek Savaşı’nda Kureyş kabilesi, İslam'ı tamamen ortadan kaldırmak maksadıyla bir kez daha birleşmişti. Çeşitli kabilelerle ve Yahudilerle ittifak yapılmıştı. Sayıları on bini bulan müşriklerin ordusuna Ebu Süfyan komutanlık ediyordu. Düşman askerleri on bin kişiden fazla iken, Müslümanların sayısı üç bini geçmiyordu.
Hendek Savaşı’ndan iki ordu karşı karşıya geldiğinde önce “Mübareze” yapılmış. Yani, savaşın başlangıç safhasında karşı karşıya gelen iki ordunun birbirlerinden er dilemek suretiyle meydana çıkan iki veya daha çok savaşçının birbiriyle yaptığı teke tek çarpışma/mübareze yapılmıştır.
Arap savaş gelenekleri icabı teke tek vuruşmak isteyen Amr, Müslümanlardan karşısına çıkacak er istenmiştir. Bunun üzerine Hz. Ali karşısına çıkmak için Peygamberimizden izin istemiş. Fakat, Bedir’de Amcası Hz. Ubeyde’yi, Uhut Savaşında Amcası Hz. Hamza’yı kaybetmiş olduğu için önce izin vermediği Hz. Ali’nin ısrar etmesi üzerine kendisine izin vermiştir.
Hendek Savaşı’nda meydana çıkan müşrik, Arap Yarımadası'nın en yiğit, en güçlü savaşçısı olarak bilinen ve "bin savaşçıya bedel" denilen Amr b. Abdül Vedd idi. Amr Yelye’de bir grup savaşçıyı tek başına yenmişti.
Amr, çelik zırh giymiş, savaş meydanında şöyle bağırıyordu: "Cennet iddiacıları neredeler? İçinizden beni cehenneme göndermek veya kendisi cennete gitmek isteyen yok mu?" Onun meydan okuması kalplere korku düşürmüştü.
Resulullah, "Bunun karşısına çıkacak biri yok mu?" buyurdu. Henüz 20 yaşında olan Hz. Ali: "Ben çıkarım!" Dedi, Resulullah onu oturttu. Amr ikinci ve üçüncü kez savaşacak er talep etti. Hz. Ali'den başka kimse cevap vermedi. Resulullah her defasında onu oturtuyor ve şöyle diyordu: "Ya Ali, bu Amr'dır."
Sonunda Resulullah, Hz. Ali'nin başına kendi sarığını sardı. Kendi kılıcını kuşandırdı ve kendi zırhını giydirdi; Amr'ın karşısına çıkmasına izin verdi. Sonra ellerini kaldırarak şöyle dua etti: "Allah'ım Ubeyde'yi Bedir’de, Hamza'yı Uhud’da aldın. Bu da kardeşim ve amcamın oğlu Ali'dir. Beni yalnız bırakma!.."
Hz. Ali er meydanına çıkınca Resulullah şöyle buyurdu: "İmanın tamamı, küfrün tamamının karşısına çıktı."
Amr, Hz. Ali'yi karşısında görünce şaşırdı. Hz. Ali, Amr'ı, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik etmeye davet etti. Kabul etmeyen Amr, "Geri dön Ali. Baban arkadaşımdı. Seni öldürmek istemem!.." deyince, Hz. Ali, "Ama ben, Hakk'a yüz çevirdiğin müddetçe, vallahi seni öldürmek isterim!" diye cevap verdi.
Amr’ın gök gürlemesini andıran bir sesle Ali’ye saldırması işe yaramadı. Zira, karşısında “Allah’ın Arslan’ı” vardı. Hz. Ali, Amr’ın hamlelerini savurdu. Amr kılıcını Ali’nin başına indirdi, Ali, onun darbesini kalkanla önledi. Lakin, kalkan ikiye ayrıldı. Hz. Ali'nin miğferi kırılınca başı yaralandı. O anda Hz. Ali tekbir getirerek kılıcını Amir'in başına indirdi ve usta bir kılıç darbesiyle bacaklarını kesti. Kılıçların sesi ve toz bulutu ortalığı kaplamıştı. Amr, acı haykırışlarla yere düşmüş... Hazreti Ali dizleriyle onun göğsüne basmıştı. Tam kafasını bedeninden koparmak için kılıcını indireceği anda Amr bütün gücüyle Ali’nin yüzüne tükürdüğü için Hz. Ali öfkelendi. Öfkelenince Amr’ın üzerinden kalktı. Biraz dolaştı; öfkesi geçinceye kadar bekledi. Sonra geri döndü. Hz. Ali’nin tekbir seslerinden dehşette kapılan müşriklerin ordusunun gözleri önünde Arapların en büyük savaşçısı olan Amr’ın kafası uçuruldu.
Hazreti Ali’ye sordular:
— Neden Amr’ı hemen öldürmedin? Hz. Ali:
—Onu hemen öldürseydim amelime nefsaniyet bulaşabilirdi! diye karşılık verdi. Oysa ben Amr’ı yalnızca Allah için, Allah’ın rızasını kazanmak için öldürmek istedim. Öfkem geçinceye kadar bekledim. Böylece halis bir amel işlemiş oldum…
SELAHADDİN EYYUBİ
Mertlik ve yiğitlikte eşsiz bir şahsiyet olan Selahaddin Eyyubi, o üstün meziyetleri dolayısıyla hakkında en çok roman yazılan şahsiyetlerin başında gelmektedir. Ne yazık ki, Selahaddin Eyyubi hakkında bizde değil, Batı’da çok sayıda roman yazılmıştır.
Kudüs’ü Haçlıların işgalinden kurtaran Selahaddin, düşmanı Aslan Yürekli Richard’a gösterdiği cömertliğin dünyada pek örneği görülmemiştir. Richard, Selahaddin’den gördüğü iyilikten o kadar etkilenmiş ki, İngiltere’ye döndüğünde kendi kendine “Selahaddin, Selahaddin…” diyormuş... İngilizler, Richard’ın içine Selahaddin girmiş…” demişlerdir.
SULTAN ALPARSLAN
Selçuklu Tarihinin en yetkin hocalarından Prof. Dr. Ali Sevim’in Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlan “MALAZGİRT MEYDAN SAVAŞI” isimli bir kitabı var. O güvenilir kaynakta şöyle yazıyor:
Sultan Alparslan, esir alınan İmparator Romanos Diogenes’e;
“Eğer zaferi sen kazansaydın bana ne yapardın?” diye sorunca İmparator Diogenes:
“Fena şeyler” diye cevap verir.
Sultan Alparslan: “Seni affetme kararındayım” der.
Sultan Alparslan, atına binerek İmparatorla birlikte bir fersah giderek onu uğurlar. Vedalaşma sırasında İmparator atından inerek Sultan’a tazimde bulunmak ister. Sultan Alparslan Diogenes’in tazimde bulunmasına engel olur. “Kendisiyle daima dost kalacağı” hususunda ant içtikten sonara Romanos Diogenes’i kucaklayıp vedalaşır.
İstanbul’a gitmek için hareket eden İmparator, Tokat’a gidip kaleye yerleşmiştir. İmparator Diogenes’in yenilgi ve tutsaklığı haberi İstanbul’a ulaşınca İmparatoriçe Eudokia Senatoyu derhal toplayarak Romanos Diogenes’in tahtan indirildiğini açıklamıştır.
Mihael Dukas Bizans İmparatoru ilan edilmiştir.
Önceden Diogenes tarafından Antakya Düklüğüne atanmış olan Ermeni Haçatur tarafından Romanos Diogenes Tokat’an Kilikya’ya götürülmüştür. Diogenes taht mücadelesine başlamıştır. Yeni İmparator Mihael Dukas, Romanos Diogenes’i bertaraf etmek için Andronik Dukas’ı Kilikya’ya göndermiştir. Dukas Adana’nın kuzey yörelerinde Romanos Diogenes’i teslim almış ve çok geçmeden Diogenes’i hapse atmış ve gözlerine mil çekmiştir.